KÖKTÜRKLERDE DEVLET ANLAYIŞI

KÖKTÜRKLERDE DEVLET ANLAYIŞI

Yusuf Kaymakçı, Konya

2016 KTO Karatay Üniversitesi

İl

   Göktürk devleti, Hunlardan gelen bir Türk devletinin devamıdır. İslmiyetten önce yaşamışlardır. Diğer Türk devletlerinden yıracak olursak, Göktürkler kendilerine; ‘’Türük veya Türk’’ diyorlardı. Göktürklerin soyu, Aşina sülalesinden gelmektedir kendileri için Gök’ü kullanmaların sebebi ilahi Türk manasına gelmektedir.

    Elli kadar kitabede geçen il kelimesi, köktürkçe yazıtlarda ‘devlet’ ve ‘ülke’ manalarında kullanılmıştır. Kitabelerde geçen il kelimesinin devlet ve ülke manaları yanında değişik anlamları var ise de bizim kanaatimize göre şimdiye kadar bir yanlış anlama neticesi olarak ‘yer-su ruhları şeklinde çevrilmiş olan yir ve yir-sub deyimi genellikle ‘ülke, toprak parçası anlamında kullanılmıştır.

 Yir kelimesi, Kül-Tigin, Bilge-Kağan ve Tonyukuk dışında 18 yazıtta daha geçer. Aslında bu yazıtlar benim fikrime göre Göktürklerin yazıyla ne kadar alakalı olduklarını gösterir.

   Türklerde toprak, vatanın kutluluğu ‘‘ıduk’’ diye geçer. Bizde de ‘Milli irade’ sözü  vatanın bölünmezliğini, birliğini kapsayan sözdür. Bu söz ülkede darbelere karşı, hainliklere karşı, devletin iradesini sarsacak olaylara karşı milletin ortak  sözüdür[1].

   Göktürk Tanrı dininden olan Göktürklerin taht Şehri Ötüken, Cengiz’in Taht şehri, Karakurum’un 60 km kuzeyinde Orhun ve Selenge (Tamır) ırmakları arasında Koşo Çaydam gölü yakınında Budapeşte ile aynı paralelde bugünkü Moğolistanın kuzeyindedir.[2]

Yönetim Anlayışı

   Devlet yönetme sanatı eski çağlardan beri, dünya bilginlerini ilgilendirmiştir. Bana göre devletin kültürü olsun, ordusu, geleneği ve meclisinden dolayı hep ilgi duyulmuştur. İnsanlar, devleti içindeki kurumları ve yurttaşların konumunu sürekli sorgulaması, kendi devletine güveni sağlamlaşsın diye sorguluyordur, çünkü bu günümüzdede vardır. Mesela; vatanperver insanlar, devleti bir yanlış yaptığında yada kurumlar ve içindeki insanlar yanlış yaptığında, halk sorgular, sorgulama hakkınada sahiptir. Türklerde, eski bir ulus ve devlet olarak yönetim biçimini önemsemiştir. Benim kanaatimce Türkler baya bir eski tarihi olduğu için, her gelen Türk devleti bi öncekinin yönetim biçimine artı birşeyler katarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kadar gelişmiştir. Kendilerime yeni bir devlet modeli getirmişlerdir.

   Orta Asya’da devlet Bodunların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bodun, ‘bey’ demektir. Bir çoğu devletdede öyle olmamışmıdır? Yine Osmanlı’dan örnek verecek olursak, Andoluyu feth ettiklerinde Anadolu’daki beylikleride kendisine katarak topraklarını genişletiyordu. Devlet içinde Bodun denen bu yapı çok önemsenmektedir, bana göre Bodun dağılırsa devlet içten zayıflar. Bugün bile devletimizi yıpratmıyorlarmı, yıpratıyorlar; kürtleri kandırmaya çalışarak, küçük çocukları dağlara çıkarıp ellerine silah vererek ırkları kışkırtmaya çalışıyorlar. Kürtlerde ülkenin önemli bir bölümünü oluşturur. Ancak yine devlet aileyi temele kondurur, çünkü aileler birleşince urug, yani sülale oluşur. Uruglar bir araya gelince boylar oluşur, boyların bir araya gelmesiylede Bodun, yani beylik olur, beylerin bir araya gelmesiylede devlet oluşur. Bir devletin prensibi, oluşumu böyledir. Bu sistem sadece Türk devletlerinde görülürdü çünkü toplum törelere sadıktı, onun için bu sistemin uygulanmasında sorun çıkmıyordu.

   Tabiki boylar hep kendi egemenlikleri için diğer boylarla üstünlük mücadelesi vermişlerdir. Üsütünlük kuran boyun, saygınlığı artmıştır. Diğer devletlerde bu boyun etrafında kenetlenmiştir, üstünlük kuran boyda devlet kurma isteği doğardı. Bu gayet doğal bişeydir gücü ele geçiren boy veya topluluk devlet veya farklı bişey kurmak ister. Osmanlı döneminde  Mısır valisi Mehmet Ali Paşa güçlenerek Osmanlı’ya isyan etmiştir. Çünkü Mısırda bir güç yakalamıştır. Devletin kuruluşunda baz boyların isteği olmasada zorla kurdurulurdu. Türklerde boyların mücadelelerinden sonra Akbudun Karabudun algısı oluşmuştur. Karabudun, Akbudun tarafından boyun eğdirilmiştir. Tüm boy ve Budunların birleşmesiyle 3 lü bir yönetim oluşmuştu. Yani eyalet sistemi gibi bişey ama eyalet sistemi denmez. Devletin merkezinde kağan bulunurdu. Devletin Doğusunda bulunana Doğunun Bilge beyi denirdi, devletin batısında bulunana ise Batının Bilge beyi denirdi. Bunlara Yabgu denirdi. Kağan bir şeyi yapacağı zaman meclise danışması, türklerde istişare olduğunu gösterir. Mecliste Hakanın aile efradından, meclis üyelerinden, boy beylerinden oluşurdu. Kağanın mecliste aile efradının olması konumunu daha güçlü yaptıklarını düşünüyorum. Boy beyleri zaten onları bir arada tutmak için meclise çağırıp söz hakkı veriyordu. Meclis üyeleri ise halktan seçilip halkın sesi oluyorlardı[3]

   İlteriş Kutluğ Kağan’la beraber Göktürklerde  ‘Kutluğ’ denen dönem başlar. Doğu ve Batı boylar birleşir. Çin tabiiyyeti Doğu’da sona erer. Kuzey Asya yeniden birleşir ve Çin’e karşı büyük zaferler alınır.

   İlteriş Kutluğ Kağan’ın hayatını okumak gerekir. Çünkü Çin tabiiyetine karşı büyük mücadele vermiş batı hakanlarıyla doğu hakanlarını birleştirmiş daha güçlü bir yönetim ve devlet ortaya çıkmıştır. Buradada birlikten kuvvet doğar sözü yine gerçekleşir, ama burada şu hususu söylemek lazım; burda iş liderde biter. Birleştirici bir gücü varsa o lider ülkesini milletini ayağa kaldırır. Örnek verecek olursak; Kendisini insanlığa adayan liderler bunu yapmaya çalışmışlardır[4]

Hükümdar

   Göktürklerde hükümdarlık, yani devlet başkanlığı kağanlık ile temsil edilmektedir. Bizde Cumhur başkanı sıfatını taşır. Kaynaklardan anlaşıldığına göre bazı semboller  vardı; otağ, örin, (taht), tuğ (kurt başlı sancak) davul (sorguç-köbrüge) ve yay hükümdarlık sembolleri idi. Tuğ ve taht Osmanlıdada vardır. Şimdi ise taht var ama, taht diye değil, makam koltuğu diye geçer. Çinliler entrikalarını sık sık gerçekleştirdiği sırada Göktürk prenslerine Tuğ (kurt başlı sancak) sancak ve davul göndermişlerdi. Bu şekilde onları hükümdar olarak tanımışlardır. Tabi devlet yönetmek kolay değil, hainler çıkabilir, arkandan iş çevirebilir. Bu tarihin her sahnesinde olmuştur ve her devlette hemen hemen görebilirsiniz. Çünkü para, makam, mülk, çok tatlıdır.

   Kağanı konumuz açısından ele aldığımızda göze çarpan en önemli nokta despotizma (bir ülkeyi baskıya, zora dayanarak yönetme biçimi) ile yönetilen eski bazı kültürlerde olduğu gibi milletin vazifesi ona bakmak değil, bilakis kağanın vazifesi millete bakıp, özetmek, doyurmak, boyları bir arada tutmak ve düşmanlara karşı korumaktır. Şimdide öyle değilmi? Herkes Başbakan’a ve Cumhurbaşkanı’na ve diğer devlet büyüklerine bakar. Çünkü devlet ve bu topraklar onlardan sorulur milletin ihtiyacını onlar karşılamak zorundadır. Şu zamanda bazı durumlar tam tersine dönmüştür. Millete aşırı vergi yüklemekten, millet devlete bakar, ama bilmezlerki devleti devlet yapan millettir. 15 temmuzda bu millet ülkesine sahip çıktığında para babaları atmlere koşarken, bu ülkenin garibanları tankın önüne atladı, kamyonetlerle insanları yine onlar topladı. Yine askeri araçlar çıkmasın diye arabalarını askeriyenin önüne çektiler

   Kağan derki: ‘Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım… ondan sonra Tanrı idare ettiği ve lütfettiği için, talih ve kısmetim olduğu için ölecek milleti diriltip, kaldırdım, çıplak milleti giydirdim, fakir milleti zengin ettim nüfusu az milleti çok ettim. Başka illi milletler arasında onları pek üstün kıldım. Dört bucaktaki milletleri hep barışa mecbur ettim ve düşmanlıktan vazgeçirdim’’ burada çok başarılı bir kağandan bahsediliyor diyebiliriz. Gecesini gündüzüne katmış, milletini doyurmuş, milletini diğer milletlerden hakir görmemiş, devamlı üstün tutmuş huzur için diğer milletleri hep barış içinde tutabilmiş, adeta millletine hizmetkarlık yaomış bir kağandan bahsediyoruz. Şimdi öyle devlet başkanlarına çok az rastlanır ve şimdiki devlet başkanları hep şov abidesidir. Bunların tam tersşni yapan kağan görevden alınırdı. Örnek verecek olursak; 716 yılında İnel’in tahttan indirilmesi bunun içindi.

   Hükümranlık (erklik) karizmatiklik idi. Kağanlık kişiye Tanrı tarafından verilirdi. Türk hükümdarı kanunları (töre) uygular, kendisi de uygular,fakat kanun yapamazdı. Kısacası başka milletlerde olduğu gibi mutlak hükümdar değildi. Şu zamanda da karizmatikliğini korur.Kağanlık Tanrı tarafından verilirdi. Bu zamandada milletin oylarıyla seçilir. O zamanda kağanlık Tanrı tarafından veriliyorsa aklımıza gelen şu soru olmalı, kağanlık Tanrı tarafından nasıl verilir. Ya destansı bişey var gerçek olmayan, şahsi fikrim olarak söylüyorum; Allah tarafından verilen insanlar allahı unutmasınlar diye peygamberlik verilirdi, bu kaynak doğruysa eğer Kağanlar için o zamanın peygamberleri diyebilirmiyiz? Nahl suresinin 36. Ayetinde şöyle buyuruyor ‘Andolsunki biz, allaha kulluk edin ve Tağut’tan sakının diye her kavme bir peygamber gönderdik’ bu ayete göre kağanlığın tanrı tarafından veriliyor, anlamı bunlada bağdaştırılabilir.

   Kağanların Devlet’i çok sert idare etmeleri, kötü davranmaları milletin isyanına sebep oluyordu. Çin kaynaklarına göre Göktürk kağanı Kapgan’ın halka kötü davranması yüzünden, Göktürk ülkesinde sık sık isyanlar çıkmış, nihayet bunlrdan birinin bastırılması akabinde, Kapgan, ormana pusu kuran asi Bayırku boyunun reisi tarafından öldürülmüştü(716). Bu olay bir bakıma kendisine kötü davranan kağana karşı Göktürk halkının tepkisiydi. Fransız ihtilalinden örnek verebiliriz; halka çok eziyet edildiği için işçi sınıfı ayaklanmıştı ve bir çok grup ayaklanıp ihtilal olmuştu, buda ona benzeyen bir olay gibidir. Ama bazen bir hükümdara, padişaha vs iftira atılır ve bu algıdan dolayı isyan başlatılarak darbe ve ihtilal gibi şeylerde yapılabilir.

   Göktürk kağanları da diğer Türk devletlerin hükümdarları gibi ünvanlar da almışlardı. Bunlar Büyük kağan, Kutluğ, Beğçör, Yüce gökten Almış, Tanrıya benzer, Gök yaratmış, Türk Bilge Kağan, Gökte Doğmuş, Göktürkler’in ve dünyanın mukaddes hükümdarı idi. Osmanlı da da bu görülmüştür; Fatih, Hüdavendigar, Sarı, Gazi, Kanuni gibi…

   Göktürk Devleti’nde kağanın milletine karşı sorumlu olduğunu gösteren bir başka delil de yine Çin kaynaklarında kaydedilmiş olan tahta çıkma törenidir. Buna göre tören sırasında kağanın boğazı bir ipek ile sarılır, sonra sıkılıp bırakılarak kaç sene kağanlık yapılacağı sorulurdu. Aslında bundan öncede Güneş yönünde Doğu’dan Batı’ya doğru çevirirlerdi. Her çevirişte halkın hepsi onu eğilerek selamlarlardı. Burada kağan halkın hizmetinde olacağını söyleyip bir nevi burada halka söz veriyordu. Göktürklerde devlet kültürünün gelişmiş olduğunu görüyoruz.

   Bir Türk’ün başarılı bir kağan olabilmesi için kendisinde şu üç özelliği taşıması gerekiyordu. Bunlar Yarlığ, Kut ve kısmet (ülüg) idi. Yarlıg, Tanrı adına verilen bir emir iken , sonraları değişerek Tanrı’nın bağışlaması anlamına gelmekte idi. Burda Göktürklerin kabiliyetli tecrübeli kağanlar seçtiğini görüyoruz. Türk kağanlar zaten başarılı olduklarından dolayı dünyaya hakim olmuşlardır. Göktürk kağanları ayrıca Cihanşumul devlet anlayışına sahip idiler. Böyle bir devlet ve hükümdarlık anlayışı dünya hukuk tarihinde önemli yer tutmaktadır.

   Göktürk kağanlarının örevlerini kısaca söylemek gerekirse

1-      Ordusunun başında olması

2-      Halkı doyurup giydirmek

3-      Halkı kondurup iskan ettirmek

4-      Halkın kalbini kazanmak ve onun sevgi ve saygısına mazhar olmak, ayrıca bilge, alp ve erdemli olmasıdır[5]

Meclis

   Bir devlette yasama kurulu niteliğinde meclisin olması hukuk tarihi açısından çok önemlidir üstelik onun denginde ki bir devlette böyle bir meclis yoksa o devletin önemini daha çok artırmaktadır. Göktürk devletinde meclisin var olduğunu Çin kaynaklarından görmüşüzdür. Göktürklerde meclise toy adı verilirdi. Türkçeden geçen yabancı dillerdede meclis, toplantı anlamına gelmektedir. Anlıyoruzki Göktürkler meclise çok önem vermişlerdir. Çünkü meclis devlet içinde vazgeçilmez unsurlardandır. Bugün neredeyse her devletin meclisi bulunmaktadır.

   Göktürk kağanları meclisin tabii başkanı oluyorlardı. Kağan olmadığı zaman meclisin başına hanedana mensup olmayan Aygucı ve Ügeler geçerdi. Bu kişiler ayrıca başbakan konumunda idiler. Bu meclis (toy) Göktürk tarihinde çok önemli yer tutmuş, istedikleri zaman tahta geçirilip kağanı tahttan indirebilirlerdi. Tam demokratik bir sistemden bahsedebiliriz. Türkiyemizin yakın tarihine bakarsak mecliste olan milletvekili olan başbakanların milletvekillleri istifa ettirilerek başbakanlığı düşürülmüştür. Hemen hemen aynı şey diyemeyiz ama yakındır birbirine… Göktürkler şeflerini seçmek için bir ağacın yanına gelirler ve burada kim en yükseğe sıçrarsa o kağan olurdu. Neticede halk, layık görülen kağanını bulurdu.  545 yılındada ilk Çin elçisi Göktürklere gelmiştir. Göktürkler bu dönemde daha devlet olmamışlardı. Göktürklerin reisleri Bumun Kağan sevinmişti: ‘şimdi büyük ülkenin elçisi geldi. Bundan dolayı ülkemiz gelecekte yükselecektir’. Diyerek birbirlerini tebrik etmişlerdir. Bunu şöyle anlatabilirizki; Göktürklerin merkezi bir sistemi ve meclisi daha oturmamışken fonksiyonu olan bir müesseseye sahip olduklarını anlıyoruz.

   Meclisin kağan seçiminde oynadığı rolü gösteren en iyi delil 582 de taht değişikliğinde meydana gelen olaylardır. Tabo Kağan ölmeden önce tayin ettiği Ta-Lo-Pien meclis tarafından onaylanmayıp, kağanlığa Işbara getirilmiştir. Kısacası diyebilirizki, meclis takdirini bu yönde kullanmıştır. Demekki meclis uygun olan kağanı getirebiliyor, mevcut olan kağanı reddedebiliyordu. Bundan şunu anlayabilirizki, devlette meclisin kağandan etkisi daha fazla idi. Sanki kağan müdür rolünde, meclisde patron rolünde oynuyordu. Veyada meclis ihtiyarlar heyeti, kağana istediğini yaptırabilirdi.

   Tou-lan Kağan’ın (Do-lan) Çin asıllı eşi Çin’de kendi sülalesini yıkıp iş başına gelen Sui hanedanına karşı bazı Çinlilerle ve Soğdlarla irtibata geçip bir takım gizli faaliyetlerde bulunmuştu. Ama sonradan durum patlak vermiştir. Bu olayı sui hanedanı kağana bildirmiştir. Kağan ilk müdahale etmese bile sonradan Göktürk Toygunlarından biri rüşvet vererek kağanın kurduğu plan ortaya çıkınca, meclis kağanla dalga geçmiştir. Kağan bu durumda rezil olunca Soğdları ve asi Çinlileri cezalandırmıştır. Burda yine meclisin daha fonksiyonlu ve kağanın üzerinde çok baskısı olduğunu görüyoruz. Tekrar söylemek gerekirse, Göktürklerde meclis, diğer devletlerin meclisinden çok farklı idi. Günümüzde Türkiye için söylemek gerekirse böyle birşey zor görülmektedir, ama yakın tarihimizde TBMM kürsüsünde bazı görüşler devletin yanlış politikasından dolayı tehdit ederek devletin bu yanlış politikasından vazgeçirmeye sebep olmuşlardır.

   Göktürklerde tahta çıkma töreninde halkda iştirak ederdi, kağan bir keçe üzerine koyularak havaya kaldırılırdı[6].

Ordu

   Türk topluluklarının başlanıçta, askeri birlikler halinde oluşmaları; başlık, beylik ve hakanlık aileden başlar, aile topluluklarının meydana getirdiği boylarda kendini bulur ve ondan sonra da, ta imparatorlukların başlığına kadar gelişir. Her imparatorun ondan önceki imparatordan izleri görülür. Mesela Türkiye Cumhuriyeti’n den önce Osmanlı Devleti vardı, şimdi Osmanlı’nın izleri camileriyle küliyeleriyle kervansaraylarıyla izini bırakmıştır. Ondan önce de Selçuklu Devleti’nden Osmanlı’da izler görülürdü. Ve hala restorasyonla Selçuklu eserleri günümüze kadar gelmiştir. Türklerde devlet geleneği aile geleneğine  göre daha çok gelişmiştir. Çünkü Türklerin devamlı savaşmalarından dolayı bu gelenek haline geldiği için çok gelişmiştir, ailenin fertleride devamlı savaşta olduğu için aile geleneği az gelişmiştir. Çingiz-han imparatorluğunda kabile gelenekleri görülür. Çünkü nüfus kalabalıklığından olduğunu düşünüyorum[7].

Göktürklerde, diğer devletlerde olduğu gibi ordularına çok önem vermişlerdir. Çocuklarına küçük yaşta ata binmeyi öğretmişlerdir. Göktürklerde çocuk kahramanlık göstermediği sürece ona isim konulmazdı. Buda Göktürklerin asker yetiştirme anlayışıdır. Askeri ordusu bunun için çok kuvvetlidir. Göktürklerin boynuzdan yapılmış yayları, atıldığı sırada ıslık sesi çıkaran okları, keskin kılıçları vardı. Buda o zamanda yapılan en iyi silahlardan diyebiliriz. o zamanki imkanlar neyi gösterdiyse onu yapmışlardır. Türk ordularına kağan komuta ederdi. O bulunmadığı zaman Yabgu veya Tigin kontrol ederdi. Yabgu; hükümdarın çocuklarını eğiten kişiye denir, Tigin ise Hükümdar çocuğuna konulan isimdir. Göktürk ordularının hepsi nerdeyse atlıdır. Göktürklerin savaş mantığı düşmanı çöllere çekerek orada aç ve susuz bırakması ve sonra da bozguna uğratmasıdır. O zaman da yapılan gayet mantıklı ve akıllı savaş taktiğidir[8].

   Atlarla Türkler baya bir haşır neşirdirler birbirini tamamlayan iki varlık idiler. Tarihin farklı medeniyetlerinde at görülmüştür, çünkü eski zamanlarda savaşlarda atlar baya bir kullanışlıdır, dört tekerlekli arabalar gelene kadar atın tarihte rolü büyüktür, Türkiye’de şuanda atların kullanış amacı daha çok atlar için özel ayarlanan pistlerde üstünde insan olacak şeklinde yarış yaptırılır, atlar genellikle orada kullanılır ve Romenlerin atlı araba yaparak eskicilik yapmalarında kullanmışlardır. Türkler hep yayladan kışlaya, kışladan yaylaya at koşturmuşlardır. Hayatları hep böyle geçmiştir. Dağların ufuklarındaki ülkelerden habersizlerdi oradaki zenginliklerden habersizlerdi[9].

   Sosyal Yapı

   Eski Türk sosyal yapısının bazı özellikleri de onun bağımsız yaşamasına yardımcı oluyordu. Herşeyden evvel Türkler toprağa bağlı, çiftçi bir millet değildir. konar-göçer olduklarından çok menfi şartlar teşkil etmiştir. Yeni topraklara ve hür yaşama imkanı bulduğu yerlere göç ediyorlardı. Bu otlakların bitmesinden, hayati tehlikeden, kıtlıktan savaşçı bir millet olduklarından kaynaklanır. Hayvanlara durmadan otlak peşinde yeşillik aranır yedirilirdi. Buna karşılık süte, ete ve yapağıya kavuşulurdu. Bu güçlükler içinde yaşamaları, onlara tecrübe kazandırır ve çobanların olgunlaşmasına sebep olurdu, fiziki ve ahlaki gelişmeler artardı. Bir rivayete göre Oğuzkağan, türk milletine; yerleşik olmayın diye vasiyette bulunmuştur. Bunu söylemesinin nedeni yukarıda belirttiğimiz gibi kıtlık, otlak sorunu, hayati tehlike ve buna yeni yerler keşfetmeyide ekleyebiliriz. Dünyanın önde gelen devlet adamlarından Tonyukuk, Bilge Kağan’ın şehirlerde Budist tapınaklarının yaygınlaştırılması fikrine karşı çıkmış, türk askerlerinin kentleri savunmanın zor olacağını söylemiştir. Bilge Kağan’da bu uyarıyı dikkate alarak fikirlerini kabul etmiştir. Çünkü Tonyukuk’a göre Budizm dini, Türkleri uyuşturacağını söylemiştir[10].

Eğitim

Göktürklerde eğitim, Hunlardakine çok benzemekteydi. Çünkü atadan gelen bir gelenektir. Eğitim töre içinde ve töre kanalıyla veriliyor, benzer özellikleri taşıyordu. Göktürklerin yaşantısıda hunların yaşantısından farklı değildir. Ancak Göktürklerin 38 harfli alfabeye sahip olması, işlenmiş bir dile sahip olmaları, yazılı eserleri olması yazı ve dil konusunda örgün ve planlı bir eğitim yapmış oldukları düşünülüyor. Göktürkler dil bakımından zenin idiler. Diğer devletlerden bir farkıda dil olmasıdır. Çünkü her devletin dili yok, başka dilleri kullanıyorlardır. Bu nedenle Göktürklerde sözlü bilgi yazı ilede yaygınlaşmış ve artmıştır.

   Göktürklerde ünlü vezir Tonyukuk’un yeri çok büyüktür. Onun sayesinde Çin propagandalarına karşı, devlet daha şuurlu bir şekilde davranmıştır, Göktürkler eski geleneklerini korumuştur. Onun Göktürk devleti için sosyal düzeni ayakta tutan eğitimci bir devlet adamı diyebiliriz[11]

Töre

   Töre bir yoldur. Töre İnsanları, gelenekleri-görenekleri ve adetlerinin geneline denir. Çinlilerde buna ‘tao’ denir. Halkın bağlı olduğu bir töresi olduğu gibi, ayrıca devletinde bir töresi vardı. Tanrı’nın izni ile tahta çıkan Türk hakanları, Türk devleti töresi üzerine devam ederdi. Bunun için hakandan başka din otoritesi olamazdı. En büyük din otoritesi Tanrı tarafından kutlanmış hakandır. Yani burda demek istediği din de hakandan sorulurdu. Eski Türk devletlerinin Şamanist olduğunu iddia ederler, bu iddia yanlıştır. Yavuz sultan selimin halife olması da bir tesadüf değildir. Çünkü her kafadan bir ses çıkmasını engellemek için yapılmıştır. Osmanlıda nasıl Yavuz Sultan Selim bu karışıklığı önlediyse Göktürklerdede bu karışıklığa neden olmamıştır. Türklerde yargıcı denen şey, Osmanlı da Kadı’ydı. Yargıcılar nasıl idari ve miras davalarına bakıyorsa Osmanlı döneminde kadılarda idari ve miras davalarına bakıyorlardı. Doğru olan bu görüş güçlenmektedir[12].

Din

   Bozkır Türklerinin asıl dini Gök-Tanrı dinidir eski çağlardan beri bu din merkezde kalmıştır. Bunun sebebi, Türklerin atalarının dinine çok bağlı olmasındandır. Tanrı en büyük merkezdedir. Buda Türklerin dinlerine sahip çıkmalarına ve önemsemelerinden kaynaklanır. Tanrı en yüksek merkezde olduğu için, tam yetkili iktidar Tanrı’dır, çünkü hükümdar kısmındada anlattığımız gibi kağana yetkiyi Tanrı verdiği için tam yetki sahibi Tanrı’dır. İslam inancındada öyledir. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) islam devletinin başkanı ve Müslümanların emiri rastgele Müslümanlara bir şey söyleyemezdi. Allahü teala (c.c.) peygamber efendimize ayet indirdiğinde şöyle yap böyle yap veyada başka kavimlerden örnek vererek ibret alınması gerektiğini söylerdi. Peygamber efendimizde böyle yaparak insanlara nasıl davranılması gerektiğinde bulunurdu. Ayrıca şunuda belirtmek isterimki peygamber efendimiz Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden derleyerek yaptığı ve söylediği hadis olan sözlerde bir nevi Allahü tealanın verdiği emir sayılırdı. Gök-Tanrı inancı Türklerin hepsini kapsayan bir inançtır.

   Asya Hun imparatorunun Çin imparatorluğuna gönderdiği mektuptaki yazının amacı kendisine iktidarlığı Tanrı’nın kendisini tarafından verildiğini  kabul ettirmektir. Kendi yaptığı başarısınıda Tanrı’nın inayetiyle olduğunu söylemiştir. Türklerin Gök-Tanrı inancına bağlılıklarını bir kez daha burdan anlayabiliriz[13].

 


 

Kaynakça

 

AKYÜZ, Yahya; Türk Eğitim Tarihi, Pegem Akademi, 27. Baskı, Ankara, 2015.

GÖMEÇ, Saadettin; Köktürk Tarihi, Türksoy Yayınları, Ankara, 1997,.

GÖMEÇ, Saadettin; Türk Kültürünün Ana Hatları, Berikan Yayınevi, 2. Baskı, Ankara, 2012,.

KAFESOĞLU, İbrahim; Türk Milli Kültürü, Ötüken yayınları, 19. Baskı, İstanbul, 1999.

KIRKPINAR, Leyla; Türk Kültür Tarihi, İleri Kültür Merkezi, İzmir, 2011.

ÖGEL, Bahaeddin; Türk Kültürünün gelişme çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2001.

ÖGEL, Bahaedin; Türklerde Devlet Anlayışı, Başbakanlık Basımevi, 1. Baskı, Ankara, 1982.

TAŞAĞIL, Ahmet; Genel Türk Tarihi, ‘’Meclis’’ Yeni Türkiye Yayınları Ankara, 2002,  c.1.

TAŞAĞIL, Ahmet; Türkler, ‘‘Devlet’’ Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002,  c.2.

ÖZTUNA Yılmaz; Devlet ve Hanedanlar, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara, 2005.

YÜKSEL Turan; Genel Kültür Ansiklopedisi, Serhat Yayınları, İstanbul, 2005.



[1] Saadettin Gömeç, Köktürk Tarihi, Ankara 1997, s.97- 99 devamı

[2] Yılmaz Öztuna, Devlet ve Hanedanlar,, III. Cilt, Ankara 2005, s.40

[3] Leyla Kırkpınar, Türk Kültür Tarihi, İzmir, 2011, s. 73-74 devamı

[4] Yılmaz Öztuna, Devlet ve Hanedanlar, III. Cilt, Ankara 2005, s.142

[5] Ahmet Taşağıl, Genel Türk Tarihi, I. Cilt Ankara 2002, s.694-695 devamı

[6] Ahmet Taşağıl, Türkler, II. Cilt, Ankara 2002, s.40-41 devamı

[7] Bahaeddin Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı, Ankara, 1982, s.62

[8] Turan Yüksel, Genel Kültür Ansiklopedisi, I. Cilt, İstanbul 2005, s. 661

[9] Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul 2001 s.1.

[10] Saadettin Gömeç, Türk Kültürünün Ana Hatları, Ankara 2012, s.46-47.

[11] Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, Ankara 2015, s.11.

[12]Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 2001, s.3-4 devamı

[13]İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1999, s. 308


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ORTA ÇAĞ SİYASET DÜŞÜNCESİ VE DÜŞÜNÜRLERİ

2. MEŞRUTİYET DÖNEMİ İKTİSADİ DÜŞÜNCE POLİTİKASINDA YENİLEŞME HAREKETLERİ