2. MEŞRUTİYET DÖNEMİ İKTİSADİ DÜŞÜNCE POLİTİKASINDA YENİLEŞME HAREKETLERİ

 

T.C

NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL VE BEŞERİ BİLİMLER FAKÜLTESİ

TARİH BÖLÜMÜ

 

19. YÜZYIL OSMANLI TARİHİ DERSİ

 

2. MEŞRUTİYET DÖNEMİ

İKTİSADİ DÜŞÜNCE POLİTİKASINDA

YENİLEŞME HAREKETLERİ

 

 

DANIŞMAN

DR. AHMET DÖNMEZ

 

HAZIRLAYAN

YUSUF KAYMAKÇI

16020101075

 

 

 

 

 

KONYA/2020

 

Giriş

 

     Dünya ekonomisinde 19. Yüzyılın sonları ve 20. Yüzyılın başlarında ortaya çıkan şartlar Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan Hristiyan unsurların lehine başta iktisadi olmak üzere her alanda yeni sonuçları üretmişti. Avrupa ile ticaret yapan gayrı müslim tüccar sınıfı, kapitülasyonlar ve Duyun-ı Umumiye’den gelen ayrıcalıklarını birleştirerek güçlerini gittikçe arttırarak adeta devlet içinde devlet olma konumuna gelmiş ve Batı kapitalizminin üstlenmişlerdi. Müslüman Türk unsurlar ise sürekli devam eden savaşlar ve tanzimattan sonra etkisi azalmış olsa da uygulanmaya devam eden ‘’müsadere sisteminden dolayı uzun vadeli ekonomik yatırım yapma fırsatını bulamamıştı. Böyle bir ortamda bir grup Osmanlı Aydını, devletin kurtuluşu ve milletin kalkındırılması için hemen her konuda olduğu gibi iktisadi alanda da yeni kavramlar üzerinde durmaya başlamışlardı. Tanzimat ve meşrutiyet döneminin bazı aydınları devletin içine düştüğü iktisadi esaretten kurtarmak için özellikle İngiliz ekolü iktisadi modellerinden esinlenerek ‘’iktisadi hürriyetçilik’’ ve ‘’serbest mübadele’’ fikirlerini savunurlarken, 2. Meşrutiyet ve sonrasında bazı aydınlar Alman iktisadi ekolünden hareketle milli iktisat fikrini savunmaya başlamış ve bu ekolün Osmanlı ekonomisine uyarlanmasına çalışmışlardı[1].

Meşrutiyet Öncesi Temel Finansal Faktörler

     Osmanlı ekonomisi 1838 Balta Limanı ve diğer serbest ticaret anlaşmaları, 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı’nın getirdiği çerçeve ile dışa açık ve giderek daha bağımlı hale gelen bir yapıya dönüşmüştür. Bu kapsamda, milli iktisat kavramına yönelik incelenmeler öncesinde, temel finansal sektörlerin 2. Meşrutiyet öncesindeki durumunu kısaca gözden geçirmekte yarar vardır.

     Türkiye’de 1860 öncesi sigorta faaliyetleri hakkında bilgi mevcut değildir. Bu dönemde sigortacılık az bilinen bir faaliyetti ve sigortacılık mevzuatı da yoktu. Deniz nakliyat sigortaları bir yana bırakıldığında, sigorta fikrini getiren ve kısa sürede oldukça hızlı bir gelişme gösteren asıl sigortacılık dalı 1870’teki büyük Beyoğlu yangını sonrasında gelişen yangın sigortasıydı. 1893 yılında Osmanlı Umum Sigorta Şirketi ilk yerli sigorta şirketi olarak çalışmaya başladı.

     Diğer temel bir finansal sektör olan, borsanın mazisi 19. yüzyıla kadar gitmektedir. 1853- 1856 Kırım savaşının finansmanı ile ilk dış borcun 4 Ağustos 1854 tarihinde alınmasını takiben Osmanlı İmparatorluğu’nun hızla büyüyen bütçe açıklarını finanse etmek amacıyla yoğun iç ve dış borçlanmaya gidilmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, kamu kâğıtlarının alım satımı önce Havyar Han’da, daha sonra Komisyon Han’da tezgâh üstü piyasada alım satım konusu olmuştur. Hatta Galata Borsası kapandıktan sonra borsa oyunları Beyoğlu birahanelerinde devam etmekteydi. 19 Kasım 1871 tarihinde yürürlüğe giren “Dersaadet Tahvilat Borsası Nizamnamesi” Türkiye’nin ilk esham ve tahvilat borsasını düzenleyen hükümleri içeriyordu. Borsa 1873 yılında Dersaadet Tahvilat Borsası adıyla resmî olarak teşkil edilmiştir. 1906 yılında ise Esham ve Tahvilat Borsası nizamnamesi ilan edilmiştir. 1850’lerde kurulan ve 1929 sonuna kadar faaliyette bulunan Galata Borsası önce azınlıkların sonra da giderek yabancıların egemenliğinde kolay para kazanılan bir kumarhane izlenimi yaratmıştır.

     Dış borçların artışı ve ülkenin sürekli artan finansal kaybı devleti birçok politik karar almaya sevk etmiştir. Böylelikle ilk olarak, 1840 yılında ilk kâğıt para çıkarılmıştır. Böylelikle, kâğıt paranın yabancı para karşısında değerlenmesi ve ekonomik açıkların biraz olsun hız kesmesi beklenmiştir. Kâğıt paranın değerinde kısa sürede artış yaşanmış ancak bu uzun ömürlü olmamıştır. Kaime adı verilen kâğıt para kısa bir süre sonra yabancı paralar karşısında ciddi oranda değer kaybı yaşamıştır. Politikanın beklenilenin aksine neticelenmesi hükümeti başka politika arayışlarına sürüklemiştir. Dönemin önde gelen varlıklı ve mali işlerle uğraşan kesimi yani Galata Bankerleri hükümetle bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşma kapsamında devlet ve Galata Bankerleri tarafından ortak çözüm olarak 1847 yılında Bank-ı Dersaadet  ismi altında İstanbul Bankası kurulmuştur. İstanbul Bankası’nın kuruluş gerekçesi, borçlanmayı özellikle de yabancılara borçlanmayı, en aza indirmek olmuştur. 18 Şubat 1856 tarihinde ilan edilen Islahat Fermanı’nda, banka benzeri kurumların oluşturulacağı ifade edilmiş ve 1856 yılında Osmanlı Bankası kurulmuştur.

 

İktisadi Görüşler

     Osmanlı Devleti’nde liberal düşüncenin en önemli savunucularından biri Sakızlı Ohannes Paşa, diğeri ise hiç kuşkusuz Cavit bey idi. Selanikli bir tüccarın oğlu olan Cavit bey ittihatçıların liberalist iktisadi politikasına şekil veren kişiydi. 4 cilt olarak yayınladığı ‘’İlm-i İktisad’’ adlı eserinde klasik okula bağlılığını göstermiş, marksizmi eleştirmişti. 1908’den itibaren devlet yönetiminde etkili olmaya başlayan İtihat ve Terakki, ekonomik bir düşünceden yoksundu. Cemiyetin iktisat politikasını ortaya koyabilecek bir durumu yoktu. Sonradan seçim beyannamelerinde ve kongre karralarında ancak iktisadi görüşler ortaya konmuştu. Cemiyetin, 1908-1914 yılları arasında izlediği liberal ekonomi politikasının en önemli temsilcisi olan Cavit bey, 1908 devriminden birinci dünya savaşı sonuna kadar, ülke ekonomisine damga vurmuştu. Cavit bey, önce Maliye Nazırlığı’na getirilmiş, 1912 seçimlerinin ardından da Sait Paşa kabinesinde Nafia Nazırlığı görevinde bulunmuştu. 1913 Bab-ı Ali Baskını ile yönetimi tamamen kontrol altına alan İttihat ve Terakki’nin kabinesinde tekrar Maliye Nazırı olmuştu. Altı yılı aşkın bir şekilde Maliye Nazırlığı, diğer zamanlarda siyaset adamı olarak görev yapmıştı. Cavit bey, görev yaptığı süre içerisinde serbest ticaret yanlısı ekonomik bir politika izlemeye ve uygulamaya çalışmıştı. Cavit Bey, ekonomi ile ilgili her türlü kayıt ve engelin kaldırılmasını ve bireyciliği savunur.

     Cavid Bey’in görüşleri ve uygulamaları başta olmak üzere, bu dönemde uygulanmak istenen serbest ticaret ile ilgili görüşler ve uygulamalar istenilen sonucu vermedi. Çünkü serbest ticaret anlayışı, yani ekonominin liberalleşmesi daha çok gayr-ı Müslimlerin işine yaramış, uygulanan bu politikalar Osmanlı ekonomisini bir çok açıdan yöneten gayr-ı Müslimlerin ve yabancıların gücünü ve yabancıların gücünü daha da arttırmış, Müslüman esnafın ise, gücünü daha da azaltmıştı. Bunun sonucu olarak ta Türk milliyetçiliği özellikle liberalizme tepki olarak ortaya çıkmıştı. ittihatçıların Anadolu ve Müslüman-Türk unsur merkezli bir ekonomi anlayışına yönelmeleri ekonomide liberalizm karşıtı görüşlerin artmasına neden oldu. Liberal ekonomi anlayışı ticari hayatta Müslüman-Türk girişimcileri olumsuz etkilediği için ekonomide Müslüman ve Türk unsurları öne çıkartmaya yönelik milli bir iktisat anlayışı uygulanmak istendi. İşte bu doğrultuda iktisadi hayatta, liberal anlayışın yerine,  ‘’Milli İktisat’’ anlayışı kabul görmeye başladı. Milli İktisat anlayışının ortaya çıkmasında, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarda yaşamış olduğu siyasi başarısızlıklarında etkisi olmuştur. çünkü iç ayaklanmalar, Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşı’nda ki yenilgiler serbest ticaret anlayışının önemini yitirmesine neden olmuştur. savaş yıllarında, savaşın getirdiği bunalımlar, himaye anlayışını devletin iktisadi politikası haline getirmişti.

     Cihan harbi’nin zorunlu kıldığı dışa kapalılık ve finansman zorluğu Milli İktisat anlayışına ayrı bir ivme kazandırmıştı. Bu anlayış yönetimde bulunan İttihat ve Terakki’nin bir politikası haline gelmişti. İttihatçılar milliyetçilik anlayışı doğrultusunda ‘’Milli İktisat siyaseti izlemeye çalışmışlardı. Bu siyaset doğrultusunda bazen ideolojik amaçla çalışmalar bazen de toplumsal ekonomik amaçlı çalışmalar yapılmıştı. ‘’milli İktisat’’ anlayışı bir tür Neo-Merkantilist iktisat politikasıydı. Kapitülasyonların zorunlu hale getirdiği liberal iktisat anlayışına tepkinin bir sonucuydu. Milliyetçilik anlayışı ile ilişkili bir politikaydı. Milli İktisat anlayışı 19. Yüzyıl sonlarında Ahmet Mithat ve Musa Akyiğitzade tarafından savunulan, dış ilhamını, Alman Tarihçi Okulu’nun korumacı doktrininden alan ve sanayileşmeyi kalkınmanın ana yolu olarak gören Alman bir anlayıştı. Bu anlayışın en büyük savunucusu Fredrich List’tir. İslam mecmuasında yer alan Milli İktisat başlıklı bir yazıda List’ten ‘’İktisad-ı Bismarck’’ diye bahsedilir. Milli İktisadın en önemli temsilcilerinden Tekin Alp ‘’Türklerin siyaset alanında Bismarck’ları, kahraanları eksik değildir, fakat Milli İktisatçıları, Fredrich List’leri hiç yoktur.

     Milli İktisat anlayışının önemini ve milli Burjuvazisinin oluşması gerektiğini savunan önemli kişilerden birisi de Tekin Alp’ti. Ona göre Milli İktisat, ulusun üretimini ve zenginliğini milletin refah düzeyini tarım sve sanayi ile ilgili gelişimini arttırmaya yönelik bütün düzenlemelerin ve girişimlerin bütünü anlamına gelmekteydi. Devletin en önemli vazifesinin, bunların serbestçe gelişimi sağlamak olduğunu ifade etmişti. Tekin Alp ayrıca siyasi bağımsızlığın ancak, ekonomik bağımsızlıkla mümkün olacağını, bunun içinde mutlaka ulusal bir ekonominin kurulması gerektiğini söylemişti. Cihan Harbi yıllarında Osmanlı Devleti’nde köklü dönüşümlerin olduğundan da bahsetmiş, memur sınıfın burjuvazi ile dayanışma yaptığı, memurların büyük bir kısmının ticarete atıldığını ve iktisatla ilgilenmeye başladığını, bunun da devletle burjuvazinin bütünleşmesi yönünde olumlu bir sonuç doğurduğunu dile getirmişti. Yine Tekin Alp, Milli İktisat politikasıyla üretimin arttırılmasına yönelik bir ekonomi politikasından bahsetmiş planlı ekonomi anlayışının önemini vurgulamıştı. Sosyal politika ya da kendi deyimiyle içtima-i siyaset diye adlandırdığı sistemle, sosyal güvenlik ve adil veri düzeni gibi toplumsal iyileştirmeye yönelik politikaların öneminden de bahsetmişti[2].

     “Milli iktisat”  kavramının Osmanlı  Devleti’ne giriş  süreci,  devletin coğrafi,  ekonomik ve  politik  gerileme sürecine girdiği bir döneme denk gelmektedir. Osmanlı Devleti’nin içine girdiği krizden kurtulmanın yolları aranırken ortaya atılan bir çözüm yolu olarak gündeme gelen “Milli iktisat” modeli, dönemin politik tercihleri ile  de  uyum  göstermektedir.

     “Milli  iktisat”  modeli,  devletin  o  dönemdeki  ihtiyaçlarını karşılayabilmesi  için  en  uygun  çözümü  sunmaktadır.  Bu dönemde  milli iktisat  anlayışının Türk  düşünce hayatına giriş sürecinde göze çarpan en önemli husus dönemin iktidarı ile entelektüellerinin konuya neredeyse aynı  perspektiften  bakmalarıdır.  Hatta  dönemin  öne  çıkan  entelektüelleri  devletin  iktisadi  politikalarının biçimlenmesine doğrudan katkı sağlamıştır. Bu dönemin en önemli özelliği iktisadi politikanın oluştuğu bu yeni mecranın neredeyse bütünüyle dönemin gerçekleri üzerine inşa edilmesidir. Siyasal olarak bu dönemde güncel gerçeklerin ötesinde bir takım ideallerin de öne sürüldüğünü görmek mümkündür[3].

 

XIX. Yüzyıl Osmanlı Sanayii ve Fabrikalaşma

     19. yüzyıl başlarına, hatta 1825-1830’lu yıllara kadar olan dönemde, Osmanlı Devleti ihtiyaç duyduğu çeşitli mamul maddeleri kendi ülkesindeki sanayi üretimine dayanarak, oldukça nitelikli ve yeterli bir şekilde üretebiliyordu. Yani zikredilen tarihlere kadar Osmanlı sanayi, Avrupa’daki gelişmelerden henüz ciddi bir surette etkilenmeden geleneksel yapısını koruyor ve iç talebi karşılamanın yanında, özellikle pamuklu ve ipekli tekstil ürünlerini Avrupa’ya dahi ihraç ediyordu.

     Osmanlı Devleti’nde sınai ürünler genellikle, sınırlı sayıda kişinin çalıştığı küçük işletmeler olarak nitelenebilecek, atölyeler vasıtasıyla üretilmekte ve sanayi büyük ölçüde insan gücüne dayanmaktaydı. Bu vaziyet aslında Osmanlı’ya özgü de değildi. Başta İngiltere olmak üzere, Batı Avrupa’daki birkaç devleti saymazsak, 19. Asır başlarına kadar dünya genelinde sanayi imalatının üretim biçimi ve örgütlenme yapısı büyük ölçüde benzer özellikler sergilemekteydi. Geleneksel sanayi düzeni olarak adlandırabileceğimiz bu yapı, 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren tüm dünyada büyük bir değişim ve dönüşüme muhatap oldu. Sanayi Devrimi bütün geleneksel üretim merkezlerini ciddi darboğaza soktuğu gibi Osmanlı sanayisini de olumsuz şekilde etkiledi. Osmanlı Devleti, Tanzimat döneminde sanayileşme çabaları çerçevesinde yeni fabrikalar tesis etme faaliyetlerinin ardında çeşitli sebepler bulunuyordu. İslimye’de Çuka fabrikasının kurulması konusuna ilişkin değerlendirmeler, bu çok boyutlu amaçları göstermesi açısından güzel bir örnek teşkil etmektedir:

     “1830’lu yılların sonlarında, Osmanlı ordusundaki askerlerin elbiseleri için gerekli olan çuka6, imparatorluk topraklarında kâfi miktarda üretilmediğinden, Avusturya ve Fransa’dan ithal edilmek zorunda kalınıyordu. Gerek ordunun ve gerekse halkın kullandığı çukalar için yılda yaklaşık 20.000.000-25.000.000 kuruş Osmanlı Devleti’nden zikr olunan ülkelere gitmekteydi. Çuka üretimi Avrupa’da çarh (çark) aletleriyle yapılmakta ve bu çarklar vapur (buhar makinesi) kuvveti vasıtasıyla işletilmekteydi. Yeni teknolojiyle yüz işçinin yapacağı işi onbeş-yirmi işçi rahatlıkla yapabildiklerinden, fabrika mamulleri ehven baha (daha düşük maliyetlerle) ile husule gelmekteydi. Çuka imalatı Osmanlı Devletinde de yeterli miktarda üretilmesi durumunda, imparatorluk için pek çok fayda hasıl olacağı gibi, halk arasındaki yoksul ve işsiz birkaç bin kişi çuka üretiminde istihdam edilerek, hem bir meslek edinecekler ve hem de bu sayede geçimlerini refah içinde temin edebilecekleri imkânlara kavuşacaklardı. Bundan dolayı imparatorlukta kurulacak tesislerde de üretimin mutlaka çark ve buhar makinesi vasıtasıyla yapılması gerektiği” belirtilmekteydi. Fabrika kurmak suretiyle elde edilecek menfaatlere dair devlet adamlarının beklentilerini şöyle sıralamak mümkündür: Ülkenin ihtiyaç duyduğu ürünleri yerli üretim ile kâfi miktarda üretmek, dış ticaret açığını azaltmak, ülkede yeni istihdam alanları oluşturmak, Avrupa’daki teknik yenilikleri ve teknolojik gelişmeleri transfer etmek, üretim maliyetlerini azaltmak ve daha ucuz yerli mamullerin piyasaya sunulmasına imkân sağlamak.

     1840’lı yıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet eliyle yoğun şekilde yürütülen fabrika kurma faaliyetlerine ve sanayileşme hamlesine yol açan iki temel gelişmenin altını çizmek gerekir. Bu gelişmelerden birincisi Avrupa’da yaşanan sanayi devrimi ve onun Osmanlı Devleti’ne olan etkileridir. İkincisi de 1826 yılında Yeniçeriliğin kaldırılması sonrasında devlet kurumlarında ortaya çıkan yeni ihtiyaçlardır.

     19. yüzyıla kadar olan dönemde Osmanlı iktisat politikalarının temelde iki önemli hedefi vardı. Birincisi “piyasada mal arzının bol olması”, ikincisi de “fiyat istikrarıydı.”8 Ancak 19. asra gelindiğinde iki önemli hedef olan üretim bolluğu ve fiyat istikrarı arasındaki ilişki bozulmaya başladı. Bu hedeflerin tutturulamamasının temel sebebi, “Sanayi Devrimi”ydi. Adeta dünya tarihini Sanayi Devrimi öncesi ve sonrası şeklinde ikiye bölen bu büyük değişim, artık Osmanlı Devleti’ni de etkilemeye başladı. 19. yüzyılın başlarında Osmanlı sanayi, henüz Endüstri Devriminin etkilerinden uzak ve geleneksel yapısı içinde varlığını sürdürüyordu. Batıda ise, 18. asrın teknolojik buluşlarının sanayi üretimine giderek daha çok uygulanması sonucunda üretimin hacminde büyük bir artış yaşanmaya başlamıştı. 1820’lerin başında İngiltere sanayi devrimini tamamlamış ve kapitalist dünya sisteminin hegemonyası için giriştiği savaşta Fransa’yı bertaraf ederek rakipsiz duruma gelmişti. İngiliz fabrika ürünlerinin dış pazarlara yayılmaya başlamasıyla beraber, Osmanlı sanayisinde ilk sarsıntılar ortaya çıkmaya başladı.

     1820’lere kadar Avrupa’dan, pamuk ipliği ve pamuklu dokuma ithali pek görülmezken; 1828’de Osmanlı Devletinin İngiltere’den ithal ettiği pamuklu ürünlerin değeri 465.000, 1831’de ise 1.040.000 İngiliz lirasına yükseldi.10 Osmanlı tekstil imalatçıları bu gelişmeler sonrasında iç pazarı ucuz ithal ürünlerine kaptırmaya başlayınca yerli sanayi, üretimini azaltmak ve hatta yer yer durdurmak zorunda kaldı. Osmanlı zanaatçıları işyerlerini kapatmaya ve işsiz kalmaya başladılar.

     1838 yılından itibaren Batılı ülkelerle imzalanan serbest ticaret anlaşmalarından sonra Osmanlı ekonomisi için yeni bir takım riskler ortaya çıktı. Bu yeni dönem ve izlenecek politikalar, klasik dönemden oldukça farklı idi. O dönemin deyimiyle, “imar-ı mülk” ve “akçenin dâhil-i memâlikte kalması” için yeni sanayi teknolojisini kullanarak kitle üretimine, yani fabrika üretimine Osmanlı Devleti’nde de mutlaka geçilmeliydi. Bu hususu çok yerinde ve hemen tüm yönleriyle tespit etmiş olan, Osmanlı iktisat politikalarına yön veren bürokratlar, özellikle Tanzimat’la birlikte ülke çapında iktisadi kalkınma ve sanayileşme politikaları üretme ve uygulama aşamasına geçmişlerdi. Bu amaçla 1840 senesinden Kırım Harbi’nin başlangıcına kadar, çok sayıda Osmanlı devlet sanayi müessesesi inşa edildi.

     Fabrika kurma girişimlerinin ardında yatan diğer bir sebep ise yapılan yenilikler ve modernleşme girişimleriyle ilgiliydi. 19. asırda memur kıyafetlerinde ve orduda yapılan değişiklikler sadece dış görünüş ile ilgili değildi. Aynı zamanda kullanılan malzemelerle de ilgili oldu. Osmanlı idarecilerine ve ordusuna modern bir biçim verme çalışmaları yeni gereksinimler doğurdu. Ordunun ve çeşitli devlet kurumlarının ihtiyaç duyduğu ürünlerin Osmanlı esnafı tarafından istenilen evsafta yapılamaması dolayısıyla, Osmanlı Devleti, zorunlu olarak Avrupa ülkelerinin mamullerinden yararlanmak mecburiyetinde kaldı. Bu gelişme üzerine Osmanlı devlet adamları, Batı’ya bağımlı kalmamak için üretim faaliyetlerini bizzat yönlendirme gereği duydular. Bunun sonucunda çeşitli alanlarda üretim yapan bir takım fabrikaların kurulmasına karar verildi. Osmanlı devlet adamlarının ortak bir yaklaşım etrafında kenetlendikleri görülür: “Avrupa medeniyetinin temel iktisadi kurumlarının adaptasyonu bir zorunluluktur”. Sanayi ile ilgili meclis toplantılarında, sanayileşmenin temini ve Osmanlı Devleti’nde gerekli sanayi tesislerinin ve fabrikaların kurulması ve geliştirilmesinin şart olduğu belirtilerek, padişahın da bu görüşte olduğunun altı çizilmektedir. Dönemin Osmanlı aydınlarından bazılarının da kapsamlı bir sanayileşmeden yana oldukları ülkede bir takım fabrikalar açılmak suretiyle dışarıdan gelen bez, çuka, cam, şeker gibi temel tüketim maddelerinin ülke içinde imal edilmesinin yararlı olacağı yönünde görüş belirttikleri aktarılmaktadır.16 Padişah, ileri gelen devlet adamları ve Osmanlı münevverleri ülkede fabrikaların açılmasını istiyorlardı. Ancak yanıt bekleyen bir soru vardı. Büyük sermayeyi gerektiren fabrikaları kim ya da kimler yapacaktı?

     Sınırlı sermaye birikimine sahip lonca mensuplarının ferdi ya da topluluk olarak böylesi yatırımların üstesinden gelmeleri imkânsızdı. Üstelik loncaların gücü, 19. Yüzyıl boyunca sürekli azalmıştı. Sermaye sahibi ileri gelen devlet adamlarının bu tür girişimlere zaman ayırması, yoğun meşguliyetleri sebebiyle mümkün değildi. Osmanlı Devleti’ndeki Gayr-ı Müslimler arasında sermaye sahibi unsurların sayısı hiç de az değildi. Ancak Gayr-ı Müslimler, sahip oldukları sermayeyi iltizamlara iştirak etmede, devlete yüksek faizle borç vermede, Avrupa’nın mamul maddelerinin ülke içindeki ticaretini yapmada ve ülke içindeki hammaddeleri toplayıp Avrupalı tüccarlara pazarlamada kullanıyorlardı. Gayr-ı Müslimler açısından, sanayi tesisleri kurup Avrupa ürünleri ile rekabet etmek yerine, sahip oldukları sermayeyi bu tarzda değerlendirmek çok daha kârlı bir yöntemdi. Bundan dolayı ordunun ve devletin ihtiyaç duyduğu çok sayıda ve çeşitte malın üretiminin lonca sistemi dışında devlet tarafından kurulan fabrikalarca yapılmasına karar verildi. Tanzimat Döneminde sanayileşme çalışmalarının finansmanı devletin iç hazinesi olan Hazine-i Hassa tarafından sağlandı[4].

Almanların Osmanlı’yı Nüfuzunda Alman Ticari Etkinliği’nin Artması

       1880’lere kadar Almanlar Osmanlı dış ticaretinde ağırlığını duyuran, etkin bir iktisadi kurumlaşma gösterememiştir. Gerçi Avusturya-Macaristan’ın Tuna boyu ülkelerindeki dış ticari ilişkileri ve Almancanın ticari dil olarak tutulması, müstakbel Alman Ticari etkinliği için bir temel oluşturmuştu, ama Alman dış ticaretinin Osmanlı pazarlarına yönelik şirketleşmesi ancak 1880’lerden sonra görülmektedir. 1880’lerde Yakındoğu’da faaliyete geçen Deutsche Handelsverein’ın (Alman Ticaret Birliği) bir müddet sonra ortadan çekildiği görüldü. Anlaşılan Alman ticaret sermayesi ve yatırımları örgütlü olarak Osmanlı ülkelerinde faaliyete geçebilmek için büyük demir yolu yatırımlarını gemicilik faaliyetinin gelişmesini ve Alman bankacılığının ciddi desteğini bekliyorlardı[5].

     Alman ticari denizcilik ve demiryolu taşımacılığındaki yenilikler ve teknik ehliyet dolayısıyle Alman sanayi örünleri bir müddet sonra Osmanlı pazarlarını istila etmekte gecikmeyeceklerdir. 20 Mart 1862 de Zoll-verein'e bağlı Alman devletleriyle yapılan ticaret anlaşmasının hükümleri 1880 sonlarında etkisini göstermeğe başladı. Bu dönemde 26 Ağustos 1890 da Alman imparatorluğu ile Osmanlı imparatorluğu arasında imzalanan ticaret anlaşması, eski anlaşmada Almanya lehine öngörülen imtiyazları barındırıyordu. Anlaşmaya göre, gerçi Osmanlı tüccarı da Almanya'da "en ziyade müsaadeye mazhar devletin tüccarı" statüsünde idi, ama anlaşmadan yararlanan Alman tüccarı olmuştur. En göze çarpan tutarsızlık, Alman hükümetinin Osmanlı hükümetinin tersine, Osmanlı mallan için herhangi bir gümrük indirimi taahhüdünde bulunmamasıydı. 1862 anlaşmasına eklenen gümrük indirimli mal adedi 605 iken, bu sayı 1890 da 720'ye çıkarılmıştı. Şimdi Alman sanayii, nüfuzlu diplomatlar, etkin bankacılık ve ticari taşımacılığın desteğinde böyle bir ticari anlaşmadan azami yararı sağlayacaktı.

     Almanya'nın Türkiye'ye nüfuz edişi; orduda ve mülki teşkilattaki İslahata yardım edecek heyetler ve Bağdat demiryolu sayesinde oldu denebilir. Bu gibi girişimler silah ticaretini, teknik malzemenin girişini geliştirmiştir. Ancak Almanya'nın bütün dünyadaki ticari yayılmasının nedenlerinden biri de ucuz, bol (düşük kaliteli) mal üretimi ve ingiltere ve Fransa'ya göre geç kalarak gerçekleştirebildiği sanayiini modern ve elverişli yöntemlerle kurmasıdır. Bu anlamda 1880’ lerden sonraki Alman-sanayii ve ticareti, 1948'lerden sonra yeniden kurulan Alman sanayi ve ticaretinin gelişme şansına benzer bir şansa sahip olmuştu. Almanya, Avusturya-Macaristan ekonomisiyle giderek bütünleştikten sonra Osmanlı pazarlarına girişi kolaylaştı. Zaten bu vakte kadar da Alman sanayi ürünleri (Zoll-verein, Saksonya ve Bavyera) Osmanlı ülkesine hep Avusturya malı olarak giriyordu. Bu Balkanları aşan demiryolu sayesinde oluyordu ve denizcilikte geri kalan bu iki ülkenin demiryolu sistemine önem vermelerinin nedeni buydu. Bağdat'a kadar uzanacak bir demiryolu, bakir Osmanlı topraklarını zengin bir pazar ve hammadde kaynağı haline getirecekti. Nitekim Almanya'nın 1909 yılı ticaret bilançosuna bakıldığında; Avusturya, Romanya, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu ile karadan yaptığı ticaretin hacmi 8 milyar 238 milyon Mark iken, deniz aşırı bölgelerle ticaretin hacmi 6 milyar 862 milyon mark tutarında idi. Hele eski yağlı müşterisi Rusya ile aynı yılın ticaret hacminin 1 milyar 993 milyon mark ve Fransa ile ancak 976 milyon mark tutannda olduğunu17 hesaba katarsak, Orta Avrupa ve Yakın doğu ile yapılan ticaretin Alman ekonomisinin bütünü için ne büyük bir anlam taşıdığı anlaşılır. 1880'lerde Almanya ve Avusturya-Macaristan'm Osmanlı dış ticaretindeki payı % 18 iken, 1909 da bu pay % 42 ye yükseldi. 25 yıl içerisinde merkezi Avrupa bloku, Osmanlı pazarlarına hızla hakim oldu[6].

    

Ekonomiyi Himaye Politikası

     Osmanlı Devleti’nde iktisat politikalarının himayeci iktisat düşüncesi doğrultusunda olmasını ilk kez dillendiren Ahmet Mithat’tır. Ahmet Mithat, dış ticarette iktisadi liberalizmi reddetmiş ve her devletin sanayisini ilk etapta gümrük vergileri ile koruması gerektiğini vurgulamıştır. Yerli sermayenin ülkede fazla üretimin gerçekleşmesiyle elde edileceğini belirtmiştir. Romanlarında maddi kazanç peşinde koşan girişimci insanları resmederek ülkede girişimci ruhunu aşılamaya çalışmıştır. 1886 senesinde çıkarttığı Mizan dergisinde ülkenin iktisadi sorunlarına himayeci iktisat düşüncesi doğrultusunda öneriler getiren Mizancı Murat, Osmanlı gibi geri kalmış ülkelerin koruyucu gümrük politikalarını uygulamasının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Eğer yerli sanayi korunmazsa ülkenin tamamen Avrupa pazarı haline geleceğini ifade etmiştir. Himayeci düşüncesinin Osmanlı’daki temsilcilerin biri de Akyiğitzade Musa’dır. Akyiğitzade, insanların sadece ekonomik çıkarları doğrultusunda hareket etmeyeceğini ekonomi çıkarların üstünde ulusal çıkarların yer aldığını, ulusal çıkarlar doğrultusunda ekonomiyi şekillendirmek için ekonominin himaye edilmesini ve yerli sanayinin koruyucu gümrük politikalarıyla oluşturulmasını istemiştir. Akyiğitzade’nin etkilendiği kişi Alman iktisatçı Friedrich List idi. Akyiğitzade, iktisat tarihinden anlaşıldığına göre sadece ziraat ülkesi olan bir ülkenin zamanla sanayi ülkesine bağımlı duruma düşeceğini belirtmiştir. Balkan savaşlarından sonra İttihat ve Terakkini politikalarına yön veren Türkçülerin iktisadi anlayışı Adam Müller, Gustav von Schmoller, Friedrich List gibi romantik Alman iktisadından etkilenmiştir. Alman iktisat düşüncesi doğrultusunda birey çıkarları ikincil dereceye itilerek devlet çıkarı önemsenmeye başlanmıştır. Bu yıllarda List, Carey, Rae ve Cauwes gibi milli iktisadı savunan iktisatçıların görüşleri benimsenmiştir. 1914 senesinde hükümetin politikalarını doğrudan şekillendiren milli iktisat düşüncesi Alman tarihçi okulundan etkilenmişti. Milli iktisat düşüncesini savunanları etkileyen en önemli kişi ise Alman iktisatçı Frederick List idi. II. Meşrutiyet döneminde milli iktisatçılar serbest ticaret düşüncesinin ülkenin iktisadi bağımlılığının ve gayri milli olan Osmanlı burjuvazinin asıl nedeni olarak gördüklerinden bu düşünceyi eleştirmiştir. 1912 senesinde Parvus Efendi, Türk Yurdu’ndaki yazılarında hükümetin milli iktisat politikalarını desteklemiş ve ülkede bir milli tüccar sınıfının oluşumunu ve sanayi üretimin gerçekleşmesini istemiştir. 1915 senesinde İttihat ve Terakki’nin finansal desteğiyle çıkan İktisadiyat Mecmuası Alman iktisadı gelişimini örnek alarak devletin bir milli iktisat politikası izlemesi gerektiğini savunmuştur. Gökalp, milli iktisadın ilk kez Alman iktisatçı Friedrich List ile Amerikan iktisatçı Rae tarafından ortaya atıldığını ve zamanla tüm milletlerin iktisatçıları tarafından benimsendiğini ve şimdi Türklerin bu düşünceyi benimseyip iktisadi politikalarını bu düşünce doğrultusunda şekillendirdiğini ifade etmiştir. Gökalp’in, milli iktisadın yaygınlaşması için kullandığı özdeyiş “fert yok cemiyet var” sözüydü. Yine İttihat ve Terakki’nin finanse ettiği İslam Mecmuası’nda Tekin Alp “Milli İktisat” başlıklı yazısında Friedrich List’in Almanların iktisadi gerçeklerine uygun milli iktisadı bulduğunu ve kendisine Almanların iktisadi birliğini sağladığı için “İktisadi Bismarck” denildiğini belirtmiştir. Türklerin Türk iktisat gerçeklerine uygun “İktisadi Bismarck”larının olmadığını ve kısa sürede milli iktisat anlayışını oluşturan milli iktisatçıların yetiştirilmesini istemiştir. İslam Mecmuası’nda Ahmet Muhiddin ise, Friedrich List’in toplumların iktisadi aşamalarına Türk iktisat tarihi bakış açısıyla değerlendirmiş ve Türklerin en uzun iktisat aşamasının çobanlık olduğunu halen Orta ve Kuzey Asya’da yaşayan Türklerde bunun devam ettiğini, Anadolu’daki Türklerinde tarım ve Rusya’daki Kazan Türklerinde tarım-ticaret aşamaların yaşandığını ifade etmiştir. Anadolu Türklerinin atölye üretimi ve cılız ticareti nedeniyle tarımsal ülke olduğunu ancak bunun kalıcı olmayacağını ziraata önem vererek Amerika gibi sanayileşip ziraat- sanayi ülkesi olabileceğini ifade etmiştir[7].

    

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

 

ATAGENÇ, Ömer 2. Meşrutiyet Döneminden 27 Mayıs Sonrası Türkiye’de Milli İktisat Düşüncesinin Dönüşümü, Kırklareli Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, 2017.

DEMİR, Kenan, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütisi Dergisi,  II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Devleti’nde Himaye Düşüncesi, 33. Sayı, 2019, Adıyaman, s. 448-450.

ERGİN, Koray İttihat ve Terakki Döneminde Milli İktisat Anlayışı, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, c.1, 2017, s. 116-120.

ORTAYLI, İlber, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, 15. Baskı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2016, s. 56-57.

ORTAYLI, İlber,  II. Abdülhamid Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1981, Ankara, s. 29 – 31.

SEMİZ, Yaşar, Osmanlı Modernleşmesi: Reform Çağında Çözüm Arayışları, 1. Baskı, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2019, s.353.

TOPAL, Mehmet, Tanzimat Dönemi Sanayileşme Hareketinin Türkiye’de İşletmecilik Anlayışının Oluşumuna Etkileri Hereke Fabrikası ve Nizamnamesi, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 25. Sayı, Isparta, 2012 s. 38-41. 



[1] Yaşar SEMİZ, Osmanlı Modernleşmesi: Reform Çağında Çözüm Arayışları, 1. Baskı, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2019, s.353.

[2] Koray ERGİN, İttihat ve Terakki Döneminde Milli İktisat Anlayışı, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, c.1, 2017, s. 116-120.

[3] Ömer ATAGENÇ, 2. Meşrutiyet Döneminden 27 Mayıs Sonrası Türkiye’de Milli İktisat Düşüncesinin Dönüşümü, Kırklareli Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler Bölümü, 2017

[4] Mehmet TOPAL, Tanzimat Dönemi Sanayileşme Hareketinin Türkiye’de İşletmecilik Anlayışının Oluşumuna Etkileri Hereke Fabrikası ve Nizamnamesi, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 25. Sayı, Isparta, 2012 s. 38-41, 

[5] İlber ORTAYLI, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, 15. Baskı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2016, s. 56-57.

[6] İlber ORTAYLI, II. Abdülhamid Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1981, Ankara, s. 29 – 31.

[7] Kenan DEMİR, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütisi Dergisi,  II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Devleti’nde Himaye Düşüncesi, 33. Sayı, 2019, Adıyaman, s. 448-450.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ORTA ÇAĞ SİYASET DÜŞÜNCESİ VE DÜŞÜNÜRLERİ

KÖKTÜRKLERDE DEVLET ANLAYIŞI