''GÖĞÜ DELEN ADAM'' KİTABININ DEĞERLENDİRİLMESİ
GÖĞÜ DELEN ADAM
Yusuf Kaymakçı, Konya 2016
KTO Karatay Üniversitesi /Tarih
Papalagi denilince beyazlar yada siyahlar
anlaşılır. Ama sözcüğü sözcüğüne çevirirsek göğü delen adam anlamına gelir.
Papalagiyi okumak yetmez, bizim içimizdeki küllenmiş milli duygularımızı
canlandırmak gerek.
Papalaginin işi gücü, üstünü örtmesidir.
Gövde kol bacaklar ettir, ancak boyundan yukarısı insandır. Bir delikanlı bir
kızla evleneceği zaman o kız hakkında bir şey bilmez. Çünkü o kızın her tarafı
örtülüdür delikanlı onun güzelliğinden zevk alamamış olur. Etin günah olduğunu
söyler papalagi.
Papalagi tıpkı midye gibi sert kabuğun
içinde oturur. Bu kabuk taştır. Taşın içine girer. Burada ayrı ayrı delikler
vardır. Bu deliklerden birine girdiğinde yine ayrı ayrı delikler vardır. Bu
deliklerin içindede ailesi vardır. Papalagi öyle birisidirki, yan tarafında
oturan kişiyi tanımaz ve uzun süre görmez. Ancak o taşın deliğinde bazen
karşılaşır oradada tanışayımmı tanışmayayımmı kararsız kalır.
Tiuavi halkına seslendiğinde, Avrupalıya
sevginin tanrısından bahsedince yüzünü buruşturur ve güler. Ve onun yalın
haliyle alay eder. Avrupalı tanrıyı aslında kullanır. Onların gerçek tanrısı
kağıt ve metaldir. Onlara kağıt ve metal uzattığında gözleri parlar. Onlar
Çalışmadan para kazanmanın yolunu ararlar. Avrupa’da herşey parayladır.
Avrupa’da parayla alınmayan bir şey vardır, oda havadır.
Ve papalagiyi şeyleriyle tanırız, papalaginin şeyleri olmayan kişilere yoksul gözüyle bakar. Papalagi bütün şeylerine kılıf
uydurur o kılıfa kutu kutuya sandık uydurur, papalaginin şeyleri bitmez. Bir
Avrupa ülkesinde öyle çok şey vardır ki, Samoalılar elleriyle taşısa
yetiştiremez. Avrupalılar dört kolla şeylerine sarılırlar onlar için şey,
vazgeçilmezdir mesela örnek verecek olursak, sivrisineklik çekyat, araba,
telefon, elbise, bunlar hep onlar için birer şeydir. Az şeyi olan kendine
yoksul der, üzülür. İnsan gerçek bir Avrupalı olunca öyle çok şeye ihtiyaç
duyarki, bu yüzden elleri şey yapmaktan yorgun düşer. Buna rağmen yaşadıkları
yoksulluğun farkındadırlar.
Papalagi yuvarlak metali ve kağıdı sevdiği
için onu kazanmak için devamlı çalışmak zorundadır. Çünkü para onun tanrısıdır.
Metalden ve kağıttan başka bişey düşünmez. Onun için herşeyi yapar. Dinlenmeye
bile çok az vakti vardır. Birisi bişey yap dediğinde karşılığında para olmadan
yapmaz, birisi düştüğünde o düşen kişi para uzatmadığı sürece kaldırmaz.
Kardeşinin işlerini bile para ile yapar. Daha ileri gidecek olursak, papalagi
para için kardeşini bile öldürür. Avrupa'da zamanı olan çok azdır, herkes
kollarını sıvayarak yere bakarak ve hızlı bir şekilde yürür. Eğer biri
durduracak olursa o kişiyi; niye beni durduruyorsun diye azarlar.
Bir keresinde adam öyle bir kızarmışki,
gözleri fırlayacak çenesini sıkı bir şekilde kapamış, nedeni hizmetçisinin bir
soluk nefes geç kalmıştı. Bir soluk nefes onun için çok şey ederdi. Hizmetçisi
ayrılacağı zamanda, zamanın değerini bilmeyen benim hiçbir işime yaramaz deyip
onu kovmuştu.
Papalagi, kendi gücünü ve zamanını
genişletmeye çalışır. Zamanını genişletmek için suya, ateşe gökyüzündeki
şimşeklere başvurur.
Papalaginin
kendine bir düşünce tarzı vardır. Nesıl olurda bir şeyi kendim için kullanırım
der. İnsanların yararı için değil, hep kendi yararına düşünür. Biri kalkıp dese
ki ‘’bu kafa benim, benden başka kimsenin olamaz’’. Doğrudur kişinin kendi
kafasına başkası sahiplenemez. Ama kendi evinin önündeki çıkan bitkiye benim
der. Bilmezki o bitkiyi yerin altından çıkaran yüce bir ruh var. Papalagide, benim
olan şey sadece benimdir, kimse olamaz kulübenin çevresindeki olan herşeye
benim der. Birisinin kendine ait olduğunu söylediği bir şeye bir başkasının
dokunmaması için o şeyin ona ait olmadığını özel yasalarla, titizlikle
rastlanır. Çokları utanmazca Tanrı’yı soyup soğana çevirmeye çalışırlar. Başka
bir yol bilmezler. Kötü bir şey yaptıklarının farkında değillerdir. Çünkü hepsi
düşünmeden ve utanmadan yaparlar. Tanrı’nın herşeyini almışlar ve senin-benim
haline getirmişlerdir. Papalagi herşey Benim diyerek, tanımamazlıktan gelir
tanrıyı. Doğru düşünseydi, hiçbirşeyin bizim olmadığını bilmesi gerekirdi.
Papalagi Tanrı’nın buyruklarını yerine getirmediği için, tanrı onun üstüne
mülklerinin üstüne bir sürü düşman salar. Tanrı, Papalagi’ye benliğini bozsun diye üstüne yağmuru, ateşi ve
fırtınaları yollar. Ama hepsinin ötesinde Papalagi’nin ruhuna bir korku
yerleştirir. Papalagi, gündüz kazandığını gece uçmasın diye geceleyin derin
uykuya dalamaz, Papalagi’nin her an uyanık olması gerekir.
Tiuave, Samoalı halkına seslenir; ah
kardeşlerim bir samoa halkını içine alacak kadar kulübesi olan adamın bir
yolcuyu evine almaması hakkında ne düşünürsünüz? Elinde bir hevenk muz, ama o
muzlardan bir tanesini bile vermeyen adam hakkında ne düşünürsünüz? Ve bunu
istediğimizde hemen gözleri kızarır ve dudaklarındaki aşağılamayı görürüm,
Papalagi her zaman bunu yapar. Palmiye olgunlaşınca yapraklarını ve meyvelerini
döker, ama Papalagi yapraklarını ve meyvelerini dökmek istemez, bunlar benim
siz yiyemezsiniz der. Papalagi, muzun, leziz kulkas köklerinin, ormandaki
kuşları, denizdeki balıkların hepsini biz sevinelim diye verdiğini bilmiyor.
Tanrı birine çok meyve verdiyse, o kişi meyvelerinden çürümesin diye
kardeşlerine vermelidir. Tanrının herşeyi adaletli tuttuğu yerde ne kavga olur
nede yokluk. Ama hilekar Papalagi, hiçbir şeyin Tanrı’ya ait olmadığı
safsatasını bize yutturmaya çalışır. Elinde tuttuğun şey hep senindir der.
Papalagi bizim kafamızın algılayamayacağı,
aklımıza dahi gelmeyecek çok şey yapar. Papalagi’nin herşeyi kendi mızrağı ve
kendi topuzu haline getirecek şeyler vardır. Başı boş ateşi, yıldırımı kendi
buyruğuna sokar onlarda mecbur boyun eğer. Papalaginin en güçlü savaşçılarıdır
bunlar. Papalagi gerçekten göğü delmiştir. Tanrının habercisidir. Çünkü yere
dilediğince egemen olur, Denizleri süzüp geçer.
Tiuave yine halkına seslenir; ey kardeşlerim
bu kula inanın gözlerimle gördüm, ben sizlerin bu durum karşısında zayıf
kalacağınızdan korkuyorum. Nereden başlamalıyım bilmiyorum, gözlerimin hayretle
gördüğü yerden başlayayım; Beyaz adamın buharlı Gemisi vardır. Büyük bir balık
gibidir. Bizim yüzen gencimizden daha hızlı gider. Arkasında yüzgeci vardır,
aynı balığın arkasındaki yüzgeç gibi makineleştirmişler. Tabiki bizim buna
aklımız almıyor. Papalagi’nin en güçlü balyozudur makine. Ormanın iri iri
ağaçlarını kolayca keser. Makine, Avrupalı’nın ulu büyücüsüdür.
Papalagi bir büyücüdür. Mesela bir şarkı
söyle papalagi hemen yakalar onu başka zaman sana dinlettirir. seni bir camın
önünde durdurur o camda senin resmini çizer, isterse o camdan senin binlerce
resmini çıkartır. İçlerimizden bazıları ne yazıktırki zayıftır kardeşlerim,
Papalagi’nin yaptıklarını gözünde büyütür, kendisini bir zavallı hisseder ve
tapar.
Papalagi kuş gibi yükseklere çıkar, ama
büyük martı gibi yükseklere çıkamaz. Martı fırtınalara bile dayanır,
Papalagi’nin yaptığı ise kırılıp dökülür. Onun için makine, beyaz adamın
oyuncağıdır. Onun hiçbir marifetinin gözümüzü korkutmaması gerekir. Tanrı’nın
her an yaptığından ve gerçekleştirdiğinden şu ana kadar daha büyük bir şey
yapamadı. Makineleri, marifetleri hiçbir insanın ömrünü uzatmasına yetmedi. Ne
de insanı daha mutlu ve huzurlu kılmaya.
Her Papalagi’nin mesleği vardır. Bunun ne
olduğunu anlatmak pekde kolay değildir. Aslında çok istenmesi gereken ama hiç
istenmeyen şeyde olabilir. Erkek meslekleri vardır bide kadın meslekleri.
Kılıfları yıkamak kadınların mesleğidir. Erkeklerin mesleği ise gemileri
denizde yüzdürmek ve ava çıkmaktır. Kadın evlenir evlenmez mesleğini bırakır.
Erkek ise doğru dürüst çalışmaya başlar.
Erkeklik çağına gelmiş Papalagi’lerden çok
azı zıplayıp hoplayabilir, sanki biri tarafından engelleniyormuş gibi. O bu
güçsüzlüğü mazur göstererek saygı değer bir adamın hoplayıp zıplamasını doğru
bulmaz.
Papalagi’nin yaşamı, sonu görünmeyen deniz
gibidir. Sanki fırtınalar gibi büyük suyun dalgası kadar çok dalgası vardır.
Avrupa’nın denizini taşısak yetmez. Yalancı yaşamlar mekanı, beyazların sinema
dedikleri yerdir. Beyazlar bu mekanı çok sever, hatta çocukların düşlerinin
olduğu yerdir. Sinema Upolide ki şef kulübesinden daha büyüktür. En aydınlık
günde bile kapkaranlıktır. İnsanlar balık istifi gibi karanlıkta birbirini
görmeden seyrederler.
Ruh sözcüğü, Papalagi’nin ağzından döküldümü
gözleri kocaman kocaman yuvarlaklaşır, dolu dolu soğuk olur. Papalagi öyle bir
düşünüyorki, onun için düşünmek artık bir alışkanlık ve gereksinimdir.
Düşünmeden bütün organlarıyla beraber yaşamayı beceremez. Papalagi’nin yaşamı,
Savaai’ye elçi giden kıyıdan ayrılır ayrılmaz düşünmeye başlayan kişi gibidir.
Savaai’ye kaçta varırım, acaba geç kalırmıyım, ne gibi durumlarla
karşılaşacağım gibi şeyler düşünür. Oysa etrafındaki güzelliklere bakmaz.
Tiuavi yine seslenir halkına; değerli
kardeşlerim, Papalagi bize ışığı getirdi. Karanlığımızı kurtarmak için geldi
bize. Işığı getiren o olduğu için saygı duymamız gerekti bizimde. Kardeşimiz
gibi davrandık, meyvelerimizden sebzelerimizden ne varsayedirdik ona. Bizi
Katolikliğe çekmek için hiçbir çaba sarf etmedi. Bize Katolik yani İncil i
bıraktı ve ne kadar şeyimiz varsa aldı. Misyoner papalagi ilk önce bize
Tanrı’nın ne olduğunu öğretti. İçlerindeki gerçek tanrıyı taşımadığı için bizi
gerçek Tanrı’dan uzaklaştırdı. Bizi kendisinin yaptığı pisliklere çekmeye
çalıştı.
Papalagi asla ve kat’a kendisinden olmayan
insanlara köle gözüyle bakar. Bize tanrıyı çok seviyoruz derler ama sevdikleri
şey paradır. Bizim birkaç tanrımız olabilir, güya Papalagi’ninde bir tanrısı
var ama taptıkları çok şey olduklarından dolayı onların tapdıklarını sayacak
olursak sayamayız ve bizimkiler onların yanında hiç sayılır.
Samoalı bir şef olan Tiuavi’nin kendi
halkını, Avrupalılara karşı bilinçlendirmeye çalışır, onların rezilliklerini
anlatır, nelerle uğraştıklarını anlatır. Yaptıkları devasa şeylerin kendilerinin
gözünü korkutmaması için bilinçlendirir.
Avrupalıyı Bir Papalagi görürler. Papalagi
ismini denizin Uçsuz bucaksız görünmeyen yerinde bir gemiyle geldikleri ve Göğü
deldiklerini sandıkları için Papalagi (göğü delen adam) derler. Avrupalı
Papalagi Tiuavi’ye göre çok düşünen, zamanı olmayan, kendine zaman bulmaya
çalışan, ruhsuz, cimri benlik duygusu olan, Aklına gelmeyen şeyleri hayal
edebilen, sahtekar, ve göğü delen adam olarak görür.
Papalagi maddeye, paraya mala, mülke önem
verir, ve bu önem verdikleri şeyler onun kalbinde ruhsuzlaştırmaya başlar. Ve
bu da insanları ötekileştirme duygusu oluşturur. Bu duygunun en başında
ırkçılık, ve fakirlik gelir. Tiuavi’ninde söylediği gibi; onlar kendinden az
şey olanları fakir-yoksul olarak görürler onları gördüğünde yüzlerini
buruştururlar.
Avrupalı kahpe biridir. Kendisinden
vicdanlık duygusu olsun herşey alınmıştır. Onun içinde kendisinde manevi
yoksulluk hisseder. Kendi halkımla onların vicdanlarını karşılaştırsam bizim
halkımız onları manevi olarak ezer geçer. Çünkü bizim toplumumuzda her ne kadar
dinini yaşamayıp Müslümanım diyen kişi olsa bile onun ruhunda bir iman ve
vicdani duygu vardır. Sadece ateşten köz haline gelmiş, közünü üflesen iman
yeniden doğacaktır.
Aslında her bilinçli insanın bir görevi
vardır. Papalagi gibi bir kalbi olan insanı bilinçlendirmesi gerekir. Her şeye
değer vermemesi Avrupa’lı gibi herşeyi putlaştırmaması için tebliğde bulunmamız
gerekir. Avrupalı Papalagi yıllardır kendinden olmayan insanlarla uğraşır.
Onların hiçbir şeyi olmasın sadece biz insan gibi yaşayalım sadece biz medeni
olalım…
Belli oluyor zaten kim medeni kim ilkel onlar
tuvaleti bilmezken bizim tuvalet kültürümüz vardı onlar pis necis bir şekilde
dolaşırlardı. Çünkü onlardaki benlik duygusu onlara objektiflik
kazandırmamıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder