ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ 2. DÖNEM VİZE NOTLARI
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ
2. DÖNEM VİZE NOTLARI
Yusuf KAYMAKÇI/Tarih
Necmettin Erbakan Üniversitesi
1. izzeddin
Keykavus’un Haleb Seferi
İzzeddin Keykâvus
son seferini Halep üzerine yaptı. 1216 yılında Halep Eyyûbî Hükümdarı
el-Melikü’z-Zâhir Gāzî’nin vefatı üzerine yerine çocuk yaştaki oğlu
el-Melikü’l-Azîz tahta çıkarılmıştı. Bu hükümdarla Halep melikliğinin varlığını
sürdüremeyeceği düşüncesi ve İzzeddin Keykâvus’un muvafakatiyle Eyyûbîler’in
Sümeysât hâkimi el-Melikü’l-Efdal Ali Halep melikliğinin başına getirildi ve
kendisiyle bir anlaşma yapıldı. Ancak bu anlaşmada Telbâşir’in kendisine değil
Selçuklu emîrlerinden Nasreddin’e verilmesi Efdal’de sultanın Halep’i de
kendisine vermeyeceği şüphesini uyandırdı. el-Melikü’l-Azîz’in atabegi olan
Şehâbeddin Tuğrul da el-Melikü’l-Eşref’ten yardım istedi. Bu sırada Selçuklu
ordusunun Sivas subaşısı Mübârizüddin Behram Şah kumandasındaki 4000 kişilik
öncü kuvveti sultanın başında bulunduğu ordunun merkez kolundan epeyce
uzaklaşmıştı. Sultanın uzakta olduğunu haber alan el-Melikü’l-Eşref, Selçuklu
öncü kuvvetine saldırarak ağır bir yenilgiye uğrattı. Behram Şah esir alındı.
Bunu öğrenen İzzeddin Keykâvus el-Melikü’l-Eşref’le savaşmayıp geri döndü.
Hıyanet ettiklerinden şüphelendiği bazı emîrleri Elbistan’da bir eve doldurarak
evi ateşe verdi. Daha sonra el-Melikü’l-Eşref’ten öç almak için hazırlanmaya
başladı. Bu amaçla Âmid Artuklu Hükümdarı Mahmûd Nâsırüddin ve Erbil hâkimi
Muzafferüddin Kökböri ile ittifak yapan sultan ordusuyla Malatya’ya geldiği
sırada hastalandı ve Malatya civarındaki Viranşehir’de vefat etti (Şevval 616 /
Ocak 1220). Ölüm tarihiyle ilgili başka rivayetler de vardır. Naaşı Sivas’a
getirilerek burada inşa ettirmiş olduğu dârüşşifâdaki türbesine
defnedildi.
Alaeddin
Keykubad Dönemi (1220-1237)
Muhtemelen 586’da
(1190) doğdu. Babası I. Gıyâseddin Keyhusrev, 592’de (1196) tahtı kardeşi
Rükneddin Süleyman’a bırakmak mecburiyetinde kalıp gurbet hayatına çıktığında
Alâeddin Keykubad ağabeyi Keykâvus’la birlikte babasının yanında bulundu.
Gıyâseddin Keyhusrev 601 (1205) yılında yeniden Selçuklu tahtına geçince
Keykubad’ı Tokat’a melik tayin etti. Meliklik döneminde bastırdığı paralarda
“el-Melikü’l-mansûr Alâüddevle ve’d-dîn Nâsıru emîri’l-mü’minîn” unvan ve
lakabını kullandığı görülmektedir (Artuk, XLIV/174 [1980], s. 265-273).
Babasının Alaşehir savaşında ölümü üzerine (607/1211), ağabeyi İzzeddin
Keykâvus en büyük oğul olduğu için devlet erkânı tarafından Kayseri’de sultan
ilân edilince Keykubad ağabeyinin hükümdarlığını kabul etmeyip ittifakına
aldığı Ermeni Kralı Leon ve Erzurum meliki olan amcası Mugīsüddin Tuğrul Şah
ile birlikte Kayseri’yi muhasara etti. Ancak sonuç alamayıp Ankara Kalesi’ne
çekildi, erzak stoku tükenince kendisine ve Ankara halkına zarar verilmemesi
şartıyla teslim oldu ve hapse atıldı (608/1212). İzzeddin Keykâvus kardeşini
öldürmek istediyse de hocası Mecdüddin İshak buna engel oldu. Keykubad,
İzzeddin Keykâvus’un vefatı üzerine hapisten çıkarılıp Sivas’ta hükümdar ilân
edildi (616/1220). Daha sonra muhteşem törenlerle Konya’da yeniden tahta
oturdu. Halife Nâsır-Lidînillâh Şehâbeddin es-Sühreverdî ile menşur, hil‘at,
çetr ve diğer saltanat alâmetlerini göndererek hükümdarlığını tasdik etti.
Keykubad’ın ilk
icraatı Eyyûbîler’le bozulmuş olan münasebetleri düzeltmek oldu; daha sonra
Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Âdil’in kızı ile evlenerek dostluğunu
kuvvetlendirdi. Yaklaşmakta olan Moğol istilâsına karşı tedbir olarak Konya,
Sivas ve Kayseri’yi sağlam surlarla çevirtti. 619’da (1222) Alâiye’yi (Alanya)
fethetti. Türk denizciliğinin ilk döneminde önemli bir yeri olan Alâiye’de bir
tersane inşa ettirdi. Şehri sultana teslim eden Kyr Vart’ın kızı ile evlendi.
Ertesi yıl sadakatinden şüphe ettiği Beylerbeyi Seyfeddin Ayaba, Mübârizüddin
Behram Şah, Niğde subaşısı Zeynüddin Başara ve daha önce Malatya subaşısı olan
Bahâeddin Kutluca gibi değerli emîrleri öldürttü. Sultanın bu emîrleri ortadan
kaldırması devleti zayıflatmış, bu durum, Selçuklu ordusunun 1243 yılında
Kösedağ’da ağır bir bozguna uğramasına sebep olmuştur. Keykubad bir ara onlara
mensup olan bazı emîrleri de sürgüne gönderdiyse de daha sonra affetti.
Moğollar’ın 1223
yılında Kırım sahillerindeki Suğdak’a hücumları üzerine halkın çoğu şehirden
ayrılmıştı. Bunlardan bir kısmı gemilerle Karadeniz kıyısındaki limanlara gelip
Selçuklu Devleti’ne sığındı. Trabzon Rumları’nın Suğdak Limanı’nı elde etmeye
çalıştıklarını haber alan Keykubad oradan gelen tâcirlerin teşvikiyle Suğdak’a
bir ordu gönderdi. Kastamonu Beyi Hüsâmeddin Çoban kumandasındaki Selçuklu donanması
Suğdak şehrini fethetti (1224).
Keykubad, 622
(1225) yılında tüccarların Franklar ve Ermeniler’den şikâyetçi olması üzerine
Ermeniler’le Haçlılar’a savaş açtı. Mübârizüddin Çavlı ve Emîr Komnenos
kumandasındaki Selçuklu kuvvetleri Mut ve Silifke yörelerini kolaylıkla
fethetti. Alâiye’den ilerleyen Antalya subaşısı Mübârizüddin Ertokuş da
Mâmûriye (Anamur), Gülnar ve diğer bazı kaleleri aldı. Her iki yönden yapılan
taarruzlara dayanamayan Kıbrıs Frankları Kıbrıs’a kaçtılar. Göksun-Elbistan yöresinden
hareket eden bir Selçuklu kuvveti de Ermeni Krallığı’nın topraklarına girerek
Çinçin Kalesi’ni ele geçirdi. Ermeni Kralı Hetum, Keykubad’a elçi göndererek
barış isteyince sultan kralın teklifini kabul etti (622/1225). İmzalanan
antlaşmaya göre fethedilen Ermenek, Mut, Gülnar, Anamur ve muhtemelen Silifke
yöreleri Selçuklu ülkesine katıldı. Ayrıca Ermeni kralı her yıl sultana 40.000
altın ödeyecek ve sultan istediği zaman 1000 atlı ile 500 çarkçı gönderecekti.
623’te (1226)
Mübârizüddin Çavlı ve Esedüddin Ayaz kumandasındaki Selçuklu ordusu, Malatya
yöresindeki Kâhta ve Hısnımansûr (Adıyaman) kaleleriyle Harput yöresindeki
Çemişkezek Kalesi’ni Artuk Hükümdarı Melik Mesud’dan aldı. Mesud, zengin
hediyeler göndererek bir daha tâbilikten ayrılmayacağını bildirince sultan onu
affetti. Eyyûbîler’le ilişkilerini iyileştirmek isteyen Alâeddin Keykubad,
ertesi yıl Malatya’da yapılan bir düğünle Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Eşref’in
kız kardeşiyle evlendi.
Keykubad 625’te
(1228) tâbilikten ayrılıp bağımsızlık isteyen Mengücükoğulları Beyliği’ni
ortadan kaldırdı. Divriği hariç bütün Mengücüklü ülkesini Selçuklu topraklarına
kattı. Daha sonra amcası Mugīsüddin Tuğrul Şah’ın oğlu Cihan Şah’ın elinden
Erzurum’u almak için harekete geçti. Cihan Şah, Keykubad’ın, üzerine
yürüyeceğini düşünerek Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Eşref’i metbû tanımıştı.
el-Melikü’l-Eşref iyi donatılmış bir askerî birlik gönderince Eyyûbîler’le
bozuşmak istemeyen sultan geri dönmek zorunda kaldı. Oğlu Gıyâseddin
Keyhusrev’i Mengücük iline melik olarak gönderdi; Antalya subaşısı Mübârizüddin
Ertokuş’u da ona atabeg tayin etti.
Sultan Keykubad
Erzincan’da iken Trabzon Rumları’nın Selçuklular’ın elinde bulunan Karadeniz
kıyılarını yağmaladıkları haberini aldı. Sultan, oğlu Gıyâseddin Keyhusrev
kumandasındaki bir orduyu Trabzon’un fethine gönderdi. Mübârizüddin Ertokuş
kumandasındaki Selçuklu ordusu Trabzon’u kuşattı. Fakat günlerce yağan yağmur
ve şiddetli rüzgâr Selçuklu ordusunun dağılmasına sebep oldu. Gıyâseddin
Keyhusrev Rumlar tarafından esir alındı. İmparator Andronikos kendisine saygılı
davrandı ve onu fazla bekletmeden babasına gönderdi (625/1228).
Ahlat’ı kuşatan
Celâleddin Hârizmşah’ın kendi üzerine yürüyeceğini haber alan Keykubad, Ermeni
kralından ve Haçlılar’dan yardım istedi, Eyyûbîler’e de yardıma gelmeleri için
beş defa elçi gönderdi. Sonunda el-Melikü’l-Eşref 10.000 kişilik bir orduyla
Sivas’a gelerek Keykubad ile buluştu. Keykubad ve el-Melikü’l-Eşref, Celâleddin
Hârizmşah’ı Erzincan ile Suşehri arasındaki Yassı Çimen’de karşıladılar. Savaş
Celâleddin’in yenilgisiyle sonuçlandı (627/1230).
Celâleddin
Hârizmşah’ın ortadan kalkması Selçuklular’ı Moğollar’la karşı karşıya getirdi.
629 (1232) yılında bir Moğol birliği yağmalar yaparak Sivas yakınlarına kadar
geldi. Bu akının Gürcü Kraliçesi Rasudan’ın tahrikiyle yapıldığı kanaatine
varılarak Erzurum subaşısı Mübârizüddin Çavlı ile birlikte Gürcü topraklarına
girilip bazı kaleleri zaptedildikten sonra barış yapıldı. Rasudan’ın kızı ile
sultanın oğlu Gıyâseddin Keyhusrev’in evlendirilmesine karar verildi. Keykubad,
Moğollar’ın çok daha kalabalık bir orduyla Selçuklu ülkesine akında bulunmaları
ihtimaline karşı 630’da (1233) Moğol hanına değerli hediyelerle bir elçi
gönderdi ve istilâya engel olmaya çalıştı. Ancak Ögedey Han gönderdiği yarlıkta
sultandan kendilerine tâbi olmasını istedi.
Birbirini takip
eden Moğol akınları yüzünden Eyyûbîler Ahlat bölgesini terkedince bölgede
dirlik düzenlik kalmadı, birçok şehir harap ve metrûk hale düştü. Sultan
Keykubad, kendisine çok güvendiği Kemâleddin Kâmyâr’ı bu bölgeye göndererek
ondan bölge ile komşu yöreleri Selçuklu idaresi altına alıp düzenliği
sağlamasını istedi. Kâmyâr verilen görevi başarıyla yerine getirdi. Kaleler
onarılıp içlerine muhafızlar konuldu. Ahlat büyük bir subaşılığın merkezi oldu.
Emîr Sinâneddin Kaymaz Ahlat subaşılığına tayin edildi. Keykubad, Ahlat
bölgesinde yaşayan 4000 Hârizmli’nin devlet hizmetine alınmasını emretti.
Keykubad’ın Ahlat
bölgesini imar ederek oraya sahip çıkması üzerine Eyyûbîler bölgenin
gasbedildiğini iddia etmeye başladılar. Mısır Eyyûbî Hükümdarı
el-Melikü’l-Kâmil, Anadolu’yu zaptedip aralarında paylaştıracağı vaadiyle diğer
Eyyûbî meliklerini de hizmetine alıp kalabalık bir askerle Anadolu’ya yürüdü
(631/1234). Yapılan savaşta yenilen Eyyûbîler yiyecek sıkıntısının başlaması
üzerine geri döndüler. Aynı yıl Harput, ertesi yıl da Siverek, Urfa, Harran ve
Rakka Selçuklu hâkimiyetine girdi. 634’te (1237) Sultan Alâeddin Keykubad bütün
ordusunu Kayseri’de topladı; amacı Eyyûbîler’i Güneydoğu’dan tamamıyla
çıkarmaktı. Büyük oğlu Gıyâseddin Keyhusrev’i eskisi gibi Erzincan meliki
olarak bıraktı. Emîrleri biat ettirerek Eyyûbî prensesinden doğan küçük oğlu
İzzeddin Kılıcarslan’ın veliahtlığını ikinci defa ilân etti. Aynı yıl ramazan
bayramında elçilere verdiği bir ziyafette yediği av etinden zehirlenerek ertesi
gün öldü (4 Şevval 634 / 31 Mayıs 1237). Naaşı Konya’ya götürülüp kendi adını
taşıyan yerdeki (Alâeddin tepesi) aile mezarlığına gömüldü. Oğlu Gıyâseddin
Keyhusrev tarafından zehirlendiği ileri sürülürse de bu doğru değildir; çünkü o
günlerde Keyhusrev muhtemelen Erzincan’da bulunuyordu.
Alâeddin Keykubad
âdil, ciddi ve otoriter bir hükümdardı. Devlet işlerini bizzat yakından takip
eder, görevini ihmal edenlere müsamaha göstermezdi. Onun zamanı Selçuklular’ın
en güçlü dönemidir. Keykubad, doğuda Fırat’a kadar bile gitmeyen ülkesinin
sınırlarını Aras boylarına ve Van gölüne kadar ulaştırdı. Yine onun devrinde
Akdeniz ve Karadeniz’de donanma meydana getirildi. Karadeniz donanması
sayesinde Kırım’daki Suğdak şehri Selçuklu idaresine bağlandı. Vefatı esnasında
Selçuklular Ortadoğu’nun en kuvvetli ve en büyük devleti idi. Çukurova’daki
Ermeni kralı, Trabzon Rum imparatoru, Halep Eyyûbî meliki ve Mardin Artuklu
meliki Keykubad’ı metbû tanıyordu. Hatta İznik Rum Devleti’nin de onun tâbileri
arasında yer aldığı söylenir. Para ve kitâbelerinde “es-sultânü’l-a‘zam” unvanı
ile anılır. Abbâsî halifesi de gönderdiği yazılarda ona aynı unvanla hitap
etmiştir. İbnü’l-İbrî, Keykubad’ın çok akıllı, siyasî zekâsı yüksek, ahlâklı ve
namuslu bir hükümdar olduğunu kaydettikten sonra devletinin gücünü
arttırdığını, şanını yücelttiğini, ülkesini genişlettiğini, birçok hükümdarın
kendisine tâbi olduğunu, âlemin onun önünde eğildiğini ve bundan dolayı
kendisine “dünyanın sultanı” denildiğini kaydeder (Ebü’l-Ferec, Târih, II,
536-537).
Beyşehir gölü
üzerinde yaptırdığı Kubadâbâd Külliyesi saray, misafirhane, kışla, cami ve
diğer binalardan oluşur. Sarayın duvarlarını süsleyen çiniler ve üzerindeki
minyatürler Selçuklu sanatının en güzel örnekleri arasında yer alır. Sultan
ayrıca Kayseri’de şehrin 5 km. batısında Keykubâdiyye Sarayı’nı inşa ettirmiş,
Konya’da da kendi adını taşıyan görkemli bir saray yaptırmıştır. Selçuklu
hükümdarları, kervanların güven içinde ve rahatça seyahat etmeleri için kırsal
yerlerde kervansaraylar kurmuşlardır. Keykubad da biri Konya-Aksaray, diğeri
Kayseri-Sivas arasında Sultan Hanı adıyla meşhur olan iki muhteşem kervansaray
inşa ettirmiştir. Alâiye-Antalya yolu üzerinde Şerefşah, Konya-Antalya
arasındaki Alara Hanı, Konya’da Dârüşşifâ-i Alâiyye adlı bir hastahane yine
onun tarafından yaptırılmıştır. Anadolu’nun bazı şehirlerinde kendi adıyla
anılan camiler bulunmaktadır.
Alâeddin Keykubad
âlimlere çok değer verir, onları himaye ederdi. Muhyiddin İbnü’l-Arabî,
Abdüllatîf el-Bağdâdî, Necmeddîn-i Dâye, Kāniî-i Tûsî, Sultânülulemâ Bahâeddin
Veled ve Ahî Evran gibi âlim, mutasavvıf, edip ve şairler onun zamanında
Anadolu’ya gelmiş, ilgi ve itibar görmüştür. Tarihe yakın ilgi duyduğu,
Nizâmülmülk’ün Siyâsetnâme’sini, Gazzâlî’nin Kimyâ-yı Saʿâdet’ini ve Keykâvus
b. İskender’in Ḳābûsnâme’sini okuduğu kaydedilmektedir.
Alaiye’nin
Fethi
Alaaddin
Keykubad’ın ilk fetih seferi Akdeniz’de askeri ve ticari bakımdan önemli bir
mevki olan Alaiye’ye yönelikti.Alaiye,Latinlerin İstanbul’u işgali sırasında
Rum olduğu anlaşılan Kyr Vart adlı birinin elinde bulunmaktaydı.Uzun zamandan
beri Antalya sübaşılığını yapmış,bu sahillerini durumunu iyi bilen Mübarezeddin
Ertokuş ve Esedüddin Ayaz gibi babasının devrinden beri devlete büyük hizmetler
yapmış olan beylerin Alaaddin Keykubad’ı buranın fethine teşvik etmeleri;ayrıca
Moğol tehlikesinin henüz çok uzaklarda bulunması ve Türkiye’ye karşı bir
saldırının sözkonusu olmaması sebebiyle Keykubad,Alaiye seferine çıkmaya karar
vermiştir.Alaaddin,Alaiye fethine giderken askerini üç koldan buraya sevk
etmiş,bunların bir kolu dağlık mahalden,ikincisi sahilden,üçüncü kol da
gemilere binerek deniz tarafından taarruz etmişlerdi.Bu gemilerin Antalya’daki
donanmaya ait olduğuna şüphe yoktur.Antalya’dan deniz kuvvetlerinin de bu
sefere katılması Türklerin bu şehrin fethi üzerine az bir zaman zarfında
denizciliğe alışmış bulunmalarını göstermek bakımından önemlidir.
İbn Bibi’nin anlattığına göre şehrin
hakimi Kyr Vart,sultanın büyük bir orduyla çayı geçtiğini,iniş yokuştan hiçbir
zaman görmeden kalenin yanına ulaştığını öğrenince:”Bu haber benim ülkemden
ayrılacağımı gösteriyor.Bağlanmış olan bu düğümü artık hiçbir tedbirle
çözemem”demiş ve sultan şehre girdikten sonra elçisini Ertokuş’a göndererek
sultan nezdinde affını dilemesini istemişti.Sonuçta Sultan şehrin kalesini
teslimi karşılığında onun af talebini kabul etmiş ve ona Akşehir emirliği ile
birlikte birkaç köyün mülkiyetini tevcih etmişti.Bu kent,sultanın ismiyle
Alaiye(Alanya)olarak adlandırılmış,burası Selçuklular’ın en güvenli üslerinden
biri ve Selçuklular’ın kışlık yeri haline gelmiştir.Böylece Gıyaseddin Keyhüsrev
ve İzzeddin Keykuvas zamanında sahillere açılan pencere daha da
genişledi.Türkler Akdeniz’de Antalya yanında ikinci bir ithal ve ihraç limanı
ve askeri bir üsse sahip olmanın yanında,sahilden de,küçük Ermeni krallığı ile
sırdaş oldular.Sultan oradan dönüşte Alara kalesini de kolayca aldı.
622(1225)yılında bir yanda
Selçuklular ve Antakya prensi diğer tarafta Ermeniler,Kıbrıs hükümdarı ve Haleb
hükümdarı olmak üzere Müslüman ve Hristiyan hükümdarlar arasında ittifaklar ve
savaşlar başlamıştı.Keykubad,bu münasebetle Türk ordusunu kuzeyden Ermenilere
karşı sefere gönderirken,Antalya sübaşısı Ertokuş da sahilden hem Ermenilere
karşı taarruza memur edilmiş,hem de Kıbrıs haçlılarının karaya çıkmalarına ve
Ermenilerle birleşmelerine mani olmak vazifesi de ona verilmişti.Ertokuş
Antalya’dan sahil boyunca ilerleyerek Manavgat,Anamur ve daha başka sahil
kalelerini teslim aldı.Bu fetihler sırasında arkadaki dağlık bölgelere nüfuz
edilebilmişti.Bununla birlikte Selçuklular,Tarsus,Adana ve Misis gibi Kilikya
şehirlerine,Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin geniş bir ağzı olması ve bu geniş
ağızdan Hristiyan gemilerinin kolayca girebilmesi sebebiyle hücum
edememişlerdi.
Alaaddin’in halefleri zamanında da
Kilikya bölgesindeki Ermenilere karşı bir takım girişimlerde bulunulmuştu.Gıyaseddin
II döneminde,Sahip Şemseddin İsfehani,Sis’e taarruz ederek Tarsus’u muhasara
etmiş,fakat askerin dayanıksızlığı sebebiyle geri çekilmek zorunda
kalmıştı.1255 yılında da İzzeddin Keykuvas II,Kilikya’ya başarısız bir hücumda
bulunmuştu.Ayrıca Gıyaseddin Keyhüsrev III döneminde de Selçuklular üç kez bu
bölgeye girdilerse de muvaffakiyetleri öncekiler gibi olmadı.
Bir müddet sonra,Selçuklular’ın
Kilikya’ya yaptığı seferlere Memlukler de katılmış böylece bu bölgedeki Ermeni
krallığı adeta çember içine alınmıştı.Bu ortak taarruzlara karşı koyamayacağını
anlayan Leon’un,İlhanlı hükümdarı Abaka’ya başvurarak yardım istediği
sırada(1277)Selçuklular Torosları aşarak Kilikya’ya girmişlerdi.Selçuklular’ın
bölgeye son girişleri ise 1304 yılında Memlukler’le müştereken
yapılmış,Adana,Tarsus gibi Kilikya şehirlerinin yakıldığı bu sefere
karşı,ülkenin savunmasını üzerine alan Moğollar hiçbir şey yapamamışlardır.Bu
süreçte bölge Selçuklu-Memlük ve Moğol mücadele alanı olmuştur.Ardından bölge
Beylikler ve Osmanlı hakimiyeti geçmesiyle tekrar eski haşmetini kazanmıştır.
2.
Gıyaseddin Keyhüsrev
Muhtemelen 618’de (1221) doğdu. I.
Alâeddin Keykubad’ın oğludur. Yedi yaşında iken Mübârizüddin Ertokuş’un
atabegliğinde Selçuklu topraklarına yeni katılan Mengücüklüler’in merkezi
Erzincan ve havalisine melik olarak gönderildi; melikliğinin ilk yıllarında
Trabzon’u kuşattı. I. Alâeddin Keykubad’ın ölümünden (634/1237) sonra önde
gelen devlet adamlarından Sâdeddin Köpek, Şemseddin Altun-aba, Tâceddin Pervâne,
Lala Cemâleddin Ferruh ve Gürcüoğlu Zahîrüddevle’nin de gayretleriyle veliaht
İzzeddin Kılıcarslan’ın yerine II. Gıyâseddin Keyhusrev’i tahta çıkardı. Ölen
sultanın arzusuna karşı olan bu karar ve uygulamayı Kemâleddin Kâmyâr ve
Hüsâmeddin Kaymerî ile Selçuklu ordusunda hizmet gören Hârizmliler’in emîri
Kayırhan (Kırhan) önceleri kabule yanaşmadılarsa da sonradan yeni sultana biat
etmek zorunda kaldılar.
II. Gıyâseddin Keyhusrev Selçuklu
tahtına oturduktan sonra babasının sağlığında Kayseri’ye gelmiş bulunan yabancı
ülke elçilerini kabul etti ve onun Ögedey Han için hazırladığı elçiyi
Moğolistan’a gönderdi. Daha sonra Dımaşk Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil
Muhammed ve Halep Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’n-Nâsır Yûsuf ile babası zamanında
yapılan tâbiiyyet antlaşmalarını yeniledi (635/1237). Ayrıca
el-Melikü’n-Nâsır’ın kız kardeşiyle evlenip kendi kız kardeşini de ona vermek
suretiyle aralarında bir hısımlık bağı kurdu. Çok geçmeden diğer Eyyûbî
melikleriyle Artuklu emîrleri de ona tâbi oldular. Böylece Sultan Gıyâseddin,
Mısır Eyyûbîleri’ne karşı kuvvetli bir cephe meydana getirmiş oldu.
Keyhusrev, başlangıçta kendisine
biat etmek istemeyen devlet adamlarına pek güvenmiyor, tahta geçmesini
sağladığı için sözünden çıkamadığı Sâdeddin Köpek de onları ortadan kaldırması
için kendisine devamlı telkinde bulunuyordu. Genç sultan önce Kayırhan’ı
Zamantı (Pınarbaşı) Kalesi’nde zindana attırdı ve çok geçmeden emîr ağır zindan
hayatına dayanamayıp öldü (635/1237). Bunun üzerine Hârizmliler Selçuklu hizmetinden
ayrılıp Urfa taraflarına çekildiler ve çapulculuğa başladılar; kalabalık bir
Türkmen kitlesi de onlara katıldı. Kemâleddin Kâmyâr kumandasındaki bir
Selçuklu ordusunu bozguna uğratan Hârizmliler böylece Güneydoğu Anadolu’da bir
süre bağımsız şekilde yaşadılar. Keyhusrev daha sonra yine Sâdeddin Köpek’in
telkinleriyle, Selçuklu Devleti’ne yıllarca büyük hizmetlerde bulunmuş olan
Kemâleddin Kâmyâr, Şemseddin Altun-aba, Hüsâmeddin Kaymerî ve Tâceddin Pervâne
gibi değerli ve yetenekli devlet adamlarını birer birer bertaraf etti; hatta
eski veliaht İzzeddin Kılıcarslan ile kardeşi Rükneddin ve anneleri Âdiliye
Hatun’u da önce hapse attırdı, sonra da öldürttü. Artık Keyhusrev’in karşısında
saltanat iddiacısı kalmamıştı; fakat Eyyûbîler’e karşı kazandığı Samsat
(Sümeysât) zaferinden (Zilkade 635 / Haziran 1238) sonra Sâdeddin Köpek,
Selçuklu hânedanına mensup olduğu rivayetini yayarak tahta geçmeyi
planlamaktaydı. Nihayet durumu anlayan sultan, Sivas subaşısı Hüsâmedddin
Karaca’nın desteğiyle Sâdeddin Köpek’i ortadan kaldırarak (635/1238) kendini ve
devleti onun tahakkümünden kurtardı; arkasından da şerrinden bir köşeye sinmiş
olan eski devlet adamlarından Mühezzebüddin Ali, Şemseddin Muhammed
el-İsfahânî, Veliyyüddin Tercüman, tarihçi İbn Bîbî’nin babası Mecdüddin
Muhammed ve Celâleddin Karatay gibi kişileri önemli görevlere getirdi. Daha
sonra Anadolu’da Gürcü Hatun adıyla tanınacak olan Gürcü Prensesi Tamara ile
evlendi.
Sâdeddin Köpek’in öldürülmesinden
sonra yeniden devlet hizmetine alınan Hârizmliler’in çok geçmeden tekrar yağma
ve soygun hareketlerine başlamaları üzerine bölgeye sevkedilen birlikler
Harran’da onları yenilgiye uğrattı. Arkasından Âmid kuşatılarak teslim alındı
ve Siverek, Ergani, Çermik gibi kaleler de zaptedildi (638/1240-41). Bu sıralarda
Moğollar’ın önünden batıya doğru kaçarak Güneydoğu Anadolu ve Suriye
sınırlarında yoğunlaşan göçebe Türkmenler, aynı bölgelerde oturan
Hârizmliler’in yağma ve tahrip hareketlerine paralel olarak göçebeliğin
yerleşik hayatla uyuşmaması sebebiyle ve geçimlerini sağlamak amacıyla geniş
çapta yağma hareketlerine girişmişlerdi. Amasya civarında bir zâviyesi bulunan
Ebü’l-Bekā Baba İlyâs-ı Horasânî adlı bir şeyh, kendisini nebî kabul eden
Türkmenler arasında Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı büyük bir siyasî ve
içtimaî isyanın başlatılmasına sebep oldu. Baba İlyas, çok zor şartlar altında
yaşayan ve idareci sınıfla da yerli halkla da birçok problemi bulunan
Türkmenler’i Selçuklu hükümetinin baskısından kurtaracak bir mehdî hüviyetiyle
ortaya atılmış ve bu bakımdan Türkmenler tarafından canla başla benimsenmişti.
Baba İlyas’ın önde gelen halifesi Baba İshak’ın şeyhi adına örgütleyip
yürüttüğü Babaî ayaklanması denilen bu hareket çok hızlı ve kanlı biçimde
gelişti ve ancak Beyşehir gölü üzerindeki Kubâdâbâd Sarayı’na sığınan
Keyhusrev’in doğu sınırlarını Moğollar’a karşı korumak amacıyla Erzurum’da
bulunan orduyu çağırması üzerine bastırılabildi.
Babaî ayaklanmasının
bastırılmasından sonra seleflerinin Anadolu Türk birliğini kurma yolundaki
faaliyetlerine devam eden II. Gıyâseddin Keyhusrev, 639 (1241) yılında ordusunu
Kayseri’de toplayarak Meyyâfârikīn (Silvan) Eyyûbî Hükümdarı
el-Melikü’l-Muzaffer Şehâbeddin’in üzerine yürüdü. Bu sırada vasallarından
Dımaşk Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’s-Sâlih’in gönderdiği kuvvet de ordusuyla
birleşti. Öte yandan Hârizmliler’in ve Germiyanlı Türkmenler’in yardımını
sağlayan Şehâbeddin de Âmid üzerine yürümekteydi; iki taraf arasında savaş
kaçınılmaz görünüyordu. Fakat Moğol tehlikesine karşı müslüman hükümdarların
birleşmesini isteyen Abbâsî Halifesi Müntasır-Billâh’ın araya girmesiyle
Şehâbeddin’in Selçuklular’a tâbi olması şartıyla barış sağlandı ve bir antlaşma
yapıldı.
640 (1242) sonbaharında Anadolu
sınırlarına yaklaşan Moğol kumandanı Baycu Noyan, Babaî isyanı dolayısıyla
Selçuklular’ın zayıf düşmesini fırsat bilerek kuşattığı Erzurum’u kısa sürede
ele geçirip tahrip etti. Sultan Gıyâseddin böylece başlayan Moğol istilâsını
durdurabilmek için hazırladığı güçlü bir ordu ile Anadolu içlerine doğru
ilerleyen düşmanı Zara ile Suşehri arasındaki Kösedağ’da karşıladıysa da
Moğollar’ın Selçuklu öncü kuvvetlerini imha etmesi üzerine ovaya inmekte olan
bütün Selçuklu ordusu paniğe kapıldı; bazı kumandanlar safları terkettiği gibi
sultan da Tokat istikametine kaçtı. Böylece başsız kalan Selçuklu ordusu
dağıldı ve savaşmaksızın ağır bir hezimete uğradı. Bu kolay zaferden sonra
Baycu Noyan Sivas’a girdi ve şehri üç gün süreyle yağma ettirdi. Ardından
Kayseri’yi kuşatan Moğollar, Emîr Samsâmüddin Kaymaz ve Subaşı Fahreddin Ayaz’ın
kumandasında kahramanca direnen şehri Hajukoğlu Hüsam adlı bir Ermeni’nin
ihaneti yüzünden ele geçirerek geniş çaplı bir tahribatla birlikte katliama
tâbi tuttular; Azerbaycan’a dönüşleri sırasında da aynı şeyi Erzincan’a
yaptılar. Bu dehşet verici Moğol istilâsı karşısında Anadolu’dan varlıklı
kimseler Halep’e kaçtılar. Bu arada Keyhusrev’in annesi ve diğer aile fertleri
Halep’e gitmekte iken Selçuklu vasalı Çukurova Ermeni Prensi Hetum tarafından
yakalanıp Moğollar’a teslim edildiler; öteki Türk kafileleri de yine Ermeniler
tarafından saldırıya uğrayarak yağmalanıp soyuldular.
Kösedağ felâketinden sonra Anadolu
Selçuklu Devleti merkezî hâkimiyetini kaybetmiş ve sultanın Antalya’ya
çekilmesi sebebiyle başsız kalmış gibiydi. Bundan faydalanan tâbi Çukurova
Ermeni Krallığı ve Trabzon Komnenosları Moğol vasallığını kabul ettiler;
İznik’teki Bizans Devleti ise Selçuklular’la dost kalmayı tercih etti. Bu
sırada Amasya’da bulunan Vezir Mühezzebüddin Ali, şehrin kadısıyla birlikte ve
değerli hediyelerle Azerbaycan’daki Mugan ordugâhına dönmüş olan Baycu Noyan’a
gidip yılda 360.000 dirhem, 10.000 koyun, 1000 sığır ve deve verilmesi
şartlarıyla bir barış antlaşması imzaladı. Keyhusrev Moğollar’la barış
yapıldığını haber alınca Antalya’dan Konya’ya geldi.
Bu barış antlaşmasından sonra
Çukurova Ermeni Krallığı’na karşı bir askerî harekâta geçildi. Vezir Şemseddin
el-İsfahânî’nin kumandasındaki Selçuklu ordusu Tarsus’u kuşattı. Ancak
ağırlaşan tabiat şartları sebebiyle askerlerin hareket kabiliyeti zayıflamış ve
yiyecek sıkıntısı da baş göstermişti. Ayrıca sultanın âni ölüm haberinin
gelmesi üzerine sefer yarıda bırakıldı. Bununla beraber Ermeni Kralı Hetum ile
Anadolu Selçuklu Devleti’ne yeniden tâbi olması, savaş tazminatı ödemesi,
yıllık vergi vermesi, Tarsus’a karşılık Bergama Kalesi’ni teslim etmesi
şartlarıyla bir barış yapıldıktan sonra Selçuklu ordusu Konya’ya döndü.
Tarsus kuşatması sırasında
Alâiye’de bulunan sultan, içki içmekte iken veya baktığı vahşi hayvanların
ısırması sonucu yirmi beş yaşlarında olduğu halde birdenbire ölmüştür. Yerine
büyük oğlu II. İzzeddin Keykâvus tahta çıkarıldı. Kabiliyetsizliği, ahlâkî
bozuklukları, içkiye, eğlenceye ve kadınlara düşkünlüğü, ayrıca korkaklığı ve
Sâdeddin Köpek’in etkisinde kalarak tecrübeli devlet adamlarını bertaraf etmesi
sebebiyle ülkeyi başsız bırakmış ve felâketin uçurumuna itmiş olan II.
Gıyâseddin Keyhusrev’den sonra devlet idaresinde iş bilir ve idealist
insanların kalmamasından dolayı genel bir çöküş ve gerileme devri başlamıştır.
Bununla birlikte onun döneminde de pek çok içtimaî, ilmî ve dinî müessese
kurulmuş, büyük mimarlık eserleri inşa edilmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder