BULGARİSTAN TARİHİ (1918 – 1941)

 

BULGARİSTAN TARİHİ

(1918 – 1941)

 

 

 

 

Hazırlayan

Yusuf KAYMAKÇI

16020101075


Tarih 3. Sınıf

 

 

 

 

 

Danışman

Dr. Öğr. Gör. Cemile TEKİN    



KONYA/2019





ÖNSÖZ

Bu araştırma ödevimde Bulgaristan’ın 1. Dünya savaşı ile 2. Dünya savaşının arasındaki durumunu, siyasi politikalarını ele aldık. Bu dönem içinde hangi hükümetler geldi, hangi hükümete darbe yapıldı, ele aldık. Bulgaristan 1. Dünya savaşındannasıl çıktı Bulgaristan2a etkisi ne olmuştur? 2. Dünya savaşına girerken Bulgaristan nasıl bir tavır takınmıştır? Ve Bulgaristan’ın bu dönem içindeki Türkiye ile siyasi ilişkilerinden bahsedeceğiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GİRİŞ

 16 Haziran 1918’de Radoslavof kabinesi istifa etmiş ve yerine İtilaf Devletleri’ne yakınlığıyla bilinen Malinof Hükümeti geçmiştir.

    1918 yılı ortalarında Almanların mâli yardımları tümüyle kesmesinin ardından Bulgaristan’da ekonomik kriz iyice derinleşmiş, aynı yıl Sırp kuvvetleri Vardar bölgesinde Bulgarlara karşı ileri harekâta geçmiştir. 15 Eylül’de saldırıya geçen Fransız ve Sırp güçleri, hızla kuzeye ilerlemiş, 21 Eylül’de Manastır’dan Doyran Gölüne dek 150 kilometrelik bir cephe üzerinde Bulgarlar kaçarcasına geri çekilmeye başlamıştır. Onları destekleyen Alman kuvvetleri de bozguna uğramış, erlerinin çoğu Bulgar olan XI. Alman Ordusu tamamıyla tutsak edilmiş, bazı Bulgar askerleri cepheden kaçarak evlerine dönmeye başlamış, çaresiz kalan Hükümet 25 Eylül 1918 günü İtilaf Devletleri’nden ateşkes talep etmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kral Ferdinand’ın Tahttan İnişi ve Bulgarların Ateşkes İsteği

    Eylül 1918’de Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi ve ateşkes istemesi İtilaf bloğunun en başat gücü olan İngiltere’de,  memnuniyetle karşılanmıştır. Özellikle Çanakkale Cephesi’nde yaşanan mağlubiyet sonrasında Bulgaristan’ın konumu İngilizler için büyük önem kazanmıştı. Zira 1918 tarihli bir İngiliz Gazetesi’nde yer alan haberde İngiliz Hükümeti eleştiriliyor ve “Rusya’nın hakiki kapısı olan Sofya’ya” gerekli dikkatin verilmediği ifade ediliyordu. Bu cılız eleştirilere rağmen genel olarak İngiliz kamuoyu, yaşanan gelişmeleri sevinçle takip ediyordu. 1918 yılı Eylül ve Ekim aylarında yayımlanan İngiliz gazetelerine göz gezdirdiğimizde bu durum açıkça ortaya çıkmaktadır. Mesela İngiliz basınında, Bulgarların teslim oluş sürecinin ele alındığı haberlerden birinde, Bulgar Kralı Ferdinand’ın 23 Eylül 1918’de Kraliyet Konseyi’nde yapılan toplantı sonunda Berlin ve Viyana’dan acil destek talep ettiği, oldukça dramatik bir üslubun kullanıldığı bu talebe Almanya ve Avusturya’dan ret cevabı geldiği ve gelecekle ilgili baştan savma sözler verildiği ifade ediliyordu. Kral Ferdinand’ın bu andan itibaren İttifak bloğundan ayrılmaya karar verdiği, aksi halde gittikçe şiddetlenen sokak olayları ve gösteriler karşısında daha da zor durumda kalmaktan endişe ettiği belirtiliyordu. İşçi ve askerlerin kendisine karşı darbe yapabileceğinden çekinen Ferdinand, sarayının önünde yapılan ve binlerce kişinin katıldığı gösterilerden yılmıştı. Zira bu gösterilerde halk, sürekli olarak Çar II. Nikola’nın suikastıyla ilgili sloganlar atıyordu ve Ferdinand, tahtını ve canına koruyabilmek için mecburen yabancı askerlerin himayesine ihtiyaç duyuyordu. Fakat bu askerler, artık Alman askeri olmayacaktı.

    İngiliz basını 1915’de Almanya’nın yanında savaşa giren Bulgaristan’da mağlubiyetin sorumlusu olarak Kral Ferdinand’ı görüyordu. Bu konuyla ilgili bir haberde Ferdinand’ın, 1887 yılında ve henüz 26 yaşında tahta çıktığı, Fransa’da eğitim almış olan Ferdinand’ın Katolik olmasına rağmen oğlu Boris’i Ortodoks Yunan Kilisesi’nde vaftiz ettirdiği ve onların kurallarına göre yetiştirdiği, ikinci oğlu Prens Preslav’ın 24 yaşında olduğu ifade edildikten sonra, Ferdinand’ın 1908 yılına kadar uluslararası siyasette pek aktif olmadığı, fakat kendisinin bir entrika ustası olduğu belirtiliyordu. 1908 yılında Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ele geçirmesiyle büyük şaşkınlık yaşayan Ferdinand’ın, Balkanlarda egemen güç olmak için adımlar atmaya başladığı, 1912 yılında (Birinci Balkan Savaşı) büyük askeri kazanımlar elde ettiği fakat ertesi yıl yaşanan kayıpların ekonomiyi ve sosyal dengeyi sarstığından söz edilmiştir. Ülke ekonomisini düzlüğe çıkarmak ve ların Çarı olmak isteyen Ferdinand’ın 1915 yılında Almanlarla birlikte savaşa girdiği ifade edilmiştir.38 Savaşa girdikten kısa bir süre sonra, 21 Eylül 1915’de Almanya’nın Sırbistan’a saldırısı sonrasında Bulgar askerlerinin hızlı bir şekilde Sırp sınırlarına yöneldiği, çeyrek milyonluk Bulgar Ordusu’nun 6 hafta boyunca Sırpları doğudan ve güneyden çevrelediği ve neredeyse tüm ülkenin işgal edildiği belirtilen haberde, sonraki üç yıl sabreden ve kurtuluş günü için çalışan Sırpların bu isteklerine kavuştuğu, tüm Bulgar ordusunun geri püskürtüldüğü ve böylece Bulgarların mağlup olduğu belirtilmiştir. İngiliz basınında yapılan değerlendirmelere bakılırsa ilk Bulgar Prensi Alexander’ın tahttan indirilip yerine Ferdinand’ın geçirilmesi, Bulgar tarihi açısından büyük bir talihsizlikti. Cesaretten yoksun olan Ferdinand’ın, her biri Ortaçağ zihniyetine sahip askeri danışmanları olduğu belirtilen haberde, hükümdarlığının ilk yıllarında kendisini tahta geçiren Stambulof’u öldürdüğü, saygı ve sevgi gibi kavramları bilmediği, fakat şeytani ve pratik zekâsıyla ona gelen şantajları bertaraf ettiği ve bunun için küçük yönetici sınıfa rüşvetler dağıttığı iddia edilmiştir. İngiliz basınına göre, Bulgaristan’ın bataklığa sürüklenmesinde kişisel olarak sorumlu olan bir lider varsa o da Ferdinand’dı ve tarih onun entrika yeteneklerinden, zalimce kumar oynadığından, sadece kan ve kaderle değil daha iyisini hak eden halkının ruhuyla da kumar oynadığından bahsedecekti.

    Bulgar Kralı Ferdinand’ı halkını felakete sürüklemekle suçlayan İngiliz basını, kralın birkaç gün içinde tahttan çekileceği konusunda tahminlerde bulunmaya başlamıştı. Neticede bu tahminler doğru çıkmış Kral Ferdinand, tahtı oğlu Boris’e bırakmıştır. Bu konuyla ilgili yapılan değerlendirmelerde Büyük Bulgar İmparatorluğu’na lider olmayı planlayan Kral Ferdinand’ın tahttan indi ve emekliye ayrıldığından söz edilerek kralın bu kararının Bulgaristan’da genel bir kabul gördüğü, yeni kralın ilk kararnamesini imzaladığı, bu kararnamenin de Bulgaristan’ın savaştan çekiliş belgesi olduğu ifade ediliyordu.  İngiliz basınına yansıyan haberlere göre, yeni Kral Boris vakit kaybetmeden Bulgar halkına yönelik bir beyanname ilan etmişti ve söz konusu beyannamede şu ifadeler yer alıyordu:

    “Bulgar halkı - sevgili babam, Bulgaristan halkına olan sarsılmaz sevgisinin bir örneği olarak tahtı bana devrettiğini bildirdi. Bulgaristan halkının bilmesini isterim ki bugünden itibaren III. Boris unvanıyla Bulgaristan Çarlığı tahtına geçiyorum. Sevgili halkıma sunulan, onların çıkarlarından keyif almak, daima ve sonsuza kadar onların ideallerini gerçeğe dönüştürmek, onların demokratik ruhları ve özgürlükleri için süregelen mücadelelerine devam etmek, sosyal kurumlarının bağımsızlığını sağlamak için, Ortodoks inancın ruhani bir çocuğu olarak, bu güzel Bulgaristan’da doğdum. Anayasaya saygı duyacağımı ve görevimi milletin refahı için sadakat ve özveriyle yerine getireceğimi resmi bir şekilde beyan ederim. Ulusumun desteğiyle, tanrının korumasına güvenerek tüm Bulgarlara tahtımın etrafında toplanma ve ülkeme olan kutsal görevimde başarıya ulaşmama ve Bulgar ırkına mutlu bir gelecek hazırlamama gönülden destek vermeleri çağrısında bulunuyorum. Çok yaşa Bulgaristan! Ülkemizin başına gelen felaketin boyutlarını hepimiz biliyoruz ve bu bahtsızlıktan ötürü derinden üzgünüz. Ayrıca biliyoruz ki bunun sebebi müttefiklerimizin bize zamanında yardım etmediği gerçeğidir. Fakat geçmiş geçmiştir ve biz şu anda ve gelecekte bu ulusal felaketin doğurduğu sonuçları olabildiğince düzeltmeye çalışacağız. Bu tamamen çalışma arkadaşlarımın ilgi alanıdır ve bende her şeyi şeffaf bir şekilde açıklayacağım, her zaman olduğu gibi ülkemizin çıkarları bizim kendi çıkarlarımızdan daha önemlidir. Ve bu sebeple ulusal meclise raporumu sunacağım.”

İngiliz basınına göre Kral Boris’in tahta çıkışı olumlu bir gelişmeydi. Bu değişimle ilgili olarak basına demeç veren üst düzey bir Bulgar bürokrat, eski Kral Ferdinand’la ilgili yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullanmıştı: “Eğer Ferdinand’ı sevselerdi ona sahip çıkarlardı, sevmiyorlarsa bırakın ondan kurtulsunlar. Bu, insanların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi prensibine en uygun davranıştır.” Söz konusu haberin son kısmında Bulgar halkının kendi tercihini yapmakta serbest olduğu ve neticede en doğru kararı vereceği belirtilmişti. Kral Ferdinand’ın çekilmesiyle birlikte, daha önce ateşkes çağrısında bulunan Bulgaristan Hükümeti’nin bu isteği İtilaf Devletleri’nce kabul edilmiştir. Bu gelişme, İngiliz basınında düşman bloğunda kopuşun başlangıcı olarak görülmüş ve bu şekilde duyurulmuştur. Mesela Bulgaristan’ın ateşkes çağrısı ile ilgili yapılan bir değerlendirmede, Bulgaristan’ın koşulsuz olarak İtilaf Devletleri’ne teslim olduğu ve artık savaşamayan devletler, arasında yer alacağı belirtildikten sonra, bu durumun savaş tarihinde bu güne kadar meydana gelen en belirleyici olay olduğu ileri sürülmüştür. İngiltere Muhafazakâr Parti Lideri Mr. Bonar Law’a göre, bu durum sonun başlangıcıydı ve İngiltere’nin başarmak istediği şeyleri güvence altına alıyordu. Dönemin İngiliz basınına yansıyan haberlere göre Bulgaristan’la 29 Eylül 1918 tarihinde imzalanan Selanik Ateşkes Antlaşması’nda şu maddeler yer alıyordu.

 Ateşkes Koşulları

         Bulgaristan, derhal Yunanistan ve Sırbistan’ın tüm bölgelerinden geri çekilmeyi kabul edecek.

         Askerlerini derhal terhis edecek.

         Gemiler ve demiryolları dâhil olmak üzere tüm ulaşım araçları İtilaf Devletleri’ne teslim edilecek.

         İtilaf Devletleri’nin Danube (Tuna) üzerindeki seferlerine izin verilecek.

         Bulgaristan içindeki askeri operasyonlar engellenmeyecek.

         Bulgarlara ait tüm silah ve mühimmat İtilaf Devletleri kontrolü altında olacak.

         İtilaf Devletleri stratejik yönden önem taşıyan bölgeleri işgal edebilecek.

         Bulgaristan’ın askeri işgali Britanya, Fransa ve İtalyan güçlerine bırakılacak.

         Yunanistan’ın boşaltılan bölgeleri Yunan askerlerine bırakılacak.

         Sırbistan’ın boşaltılmış bölgeleri Sırp askerlerine bırakılacak.

         Bu antlaşma tam ve genel barış haline ulaşılana kadar geçerli olacak

Selanik Ateşkes Antlaşması’nın Uygulanışı ve Uluslararası Siyasete Etkisi

    İngiliz basını, Selanik Ateşkes Antlaşması’yla Bulgaristan’ın resmen savaştan çekilişini büyük bir zafer edasıyla halka duyurmuştur. Mesela 1 Ekim 1918 günlü bir gazetede Bulgaristan tarafından istenen ateşkesin önceki gün Selanik’te imzalandığı, İtilaf Hükümetleri adına General Franchet d’Esperoy tarafından talep edilen tüm koşulların Bulgarlar tarafından kabul edildiği ve savaş haline son verildiği, General Franchet d’Esperoy’un ateşkes antlaşmasının tüm koşullarını derhal yürürlüğe geçirmesi için talimat aldığı ifade ediliyordu. Söz konusu haberde, Bulgaristan’ın İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından işgal edileceği, Bulgarların terk ettikleri Yunan bölgelerinin Yunanistan’a, Sırp bölgelerinin de Sırplara bırakılacağına değinildikten sonra Selanik Antlaşması’nın en önemli yanının Bulgaristan’ın askeri anlamda tamamen teslim olması ve düşman olmaktan çıkması olduğu ifade edilmiştir. Bölgesel konularla ilgili düzenlemelerin bilerek daha sonraya bırakıldığı belirtilen45 haberde, savaş devam ederken sınırlarla ilgili tartışmaların ortaya çıkmasının istenmediği, İtilaf Devletleri’nin Bulgar Kralı Ferdinan’la ilgili kesin bir karar almadığı, Bulgarların Kral Ferdinand’a hak ettiği cezayı vereceğini ve bu kararın Bulgarlara bırakılmasının bölge barışı ve Balkanlar adına verilen en doğru karar olduğu belirtilmiştir.46 Konuyla ilgili bir başka haberde ise ateşkes ilan edilir edilmez yapılan bir çağrıyla Bulgar askerlerinden soğukkanlılıklarını korumaları ve düzeni muhafaza etmeleri istendiği; ancak bu şekilde Hükümetin barış müzakerelerini sürdürebileceği ve kesin barışa ulaşılabileceği belirtildikten sonra Bulgaristan’da hakim olan tek ideolojinin vatan sevgisi olması gerektiği ifade edilmiştir. Selanik Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasının ardından Yeni Bulgar Kralı Boris ve Başbakan Malinof, gelişmeleri merak içinde takip eden Bulgar halkına hitaben ortak bir bildiri yayımlamıştır. Reuter Ajansı’nın dünyaya duyurduğu bildiride şu ifadelere yer verilmiştir: Askerlerimiz gerçek kahramanlar gibi görevini tamamlamıştır. Benim hükümetim bu kısa dönemde şartlar el verdiği kadar, savaş nedeniyle oluşan sorunları ortadan kaldırmak adına elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Müttefiklerimize karşı büyük bir sadakat duyduğumuzu belirterek, artık barışa bir fırsat vermenin vakti geldiğini belirtiriz. Ülkemiz, bütünlüğünü korumak adına büyük kayıplar vermiştir. Sonuç olarak, hükümetim düşmanlarımıza bir öneri götürerek bir müzakere süreci sonucunda bir antlaşma imzalamış ve barışa kavuşmuştur. Bulgaristan’ı savaş dışı bırakan Selanik Ateşkes Antlaşması’nın, önemine dikkat çeken bir başka haberde ise söz konusu antlaşmayla birlikte elde edilen kazanımlar şu şekilde sıralanmıştır:

1.      Alman birlikleri içinde yer alan 300.000 Bulgar askeri silah bırakmış, Alman ordusu kan kaybetmeye başlamıştır.

2.      Almanya’nın “Mittel Europa” (Orta Avrupa’ya hakim olma) hayali yerle bir edilmiş; Berlin-Bağdat planı patlak vermişti.

3.      Türkiye ve müttefikleri arasında 250 millik bir alan oluşturulmuştur.

4.      İstanbul yakın zamanda İtilaf askerlerininin saldırılarına açık hale gelmişti.

5.      İtilaf güçleri artık Karadeniz’e ulaşabilecekti.

6.      Avusturya, Balkanlardan gelen saldırılara açık hale gelmişti.

7.      Avusturya, Arnavutluk ve Montenegro (Karadağ) dan askerlerini geri çekmek zorunda kalacaktı.

8.      Sırbistan kendi topraklarının üçte ikisini geri alacak, geri kalan üçte biri ise yakın zamanda Alman ve Avusturya baskısından kurtulacaktı.

9.      Romanya yalnızlıktan kurtulacak; bölgeyi işgal eden Alman ve Avusturya askerleri buradan ayrılmak zorunda kalacak ve böylece İtilaf güçleri Güney Rusya’ya serbestçe geçebilecekti.

    Selanik Ateşkes Antlaşması’yla ilgili bir başka değerlendirmede ise savaşın durduğu ve Bulgar askerlerinin topraklarına geri dönmeye başladığı, dağlık bölgelerde bulunan Bulgar birliklerinin orada mı yoksa Sofya’ya gelerek mi teslim olacakları konusunda henüz net bir bilgi olmadığı ifade ediliyordu.50 Bulgaristan’ın ateşkes talep edişi ve Selanik Antlaşması’nı imzalamasıyla ilgili yapılan bir yorumda ise Bulgaristan’daki iç sorunların devam ettiği, müttefiklerle antlaşmaya varılamaması halinde ülkedeki iç karışıklığın süreceği, bu karışık ortamda halk üzerinde büyük etkisi olan Bolşevizm tehlikesinin ortaya çıktığı öne sürülüyordu.

    İngiliz basınında yapılan yorum ve değerlendirmelere bakılırsa Bulgaristan’ın savaş dışı kalması Almanya için büyük bir mağlubiyet anlamı taşıyordu. Ateşkes Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği günkü İngiliz gazetelerinden birinde yer alan habere göre, gelinen durum Almanya’nın orta doğuda kurmayı umduğu imparatorluk hayallerini yok ediyordu. Selanik Antlaşması, İttifak güçlerinin yıprandıklarına dair kesin bir işaretti ve düşmanın başarıya dair güveninin olmadığının ispatıydı. Söz konusu haberde yapılan değerlendirmelere göre Bulgaristan, Almanya ile ittifak kurarken birlikte büyük zaferler kazanmayı bekliyor, Viyana’nın yardımı ile Sırbistan, Yunanistan, Romanya ile hesaplaşmayı ve bu hesaplaşmadan Balkanların egemen gücü olarak çıkarak, Orta Avrupa ve Yakın Doğu’da büyük bir güç sahibi olmayı umuyordu. Fakat son gelişmelerle birlikte Bulgar-Alman ittifakının sona erdiği ifade edilen haberde Almanların, Selanik Antlaşması’nı duyunca büyük üzüntü yaşadığı ve bu habere inanamadığı, daha bir önceki gün yayınlanan gazetelerde Bulgaristan’ın Sırplara karşı zafer kazandığı yazılıyorken ertesi gün böylesi bir ateşkes yapılmasının onlar için beklenmedik bir gelişme olduğu belirtiliyordu. Fakat zamanla Bulgarların savaştan çekildiği kesinleşince Alman halkı büyük kitleler halinde gösteriler yapmaya başlamıştı. Berlin’de toplanan kalabalıklar Brandenburg Kapısı’na kadar yürümüş, olası saldırılar karşısında Bulgar elçiliğini korumak için bölgeye askerler gönderilmiş, fakat gösterilerde her hangi bir taşkınlık yaşanmamıştı. The Yorkshire Evening Post Gazetesi’nde yer alan habere göre, Alman halkının bir kısmı Bulgarlara hak vermeye başlamışken bazıları ise Almanların sonuna kadar savaşması gerektiği konusunda hemfikirdi. Fakat ne olursa olsun Alman halkı arasında büyük bir kararsızlık yaşanıyordu. Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi Almanya’yı öylesine karıştırmıştı ki Güney Berlin’de toplanan on binlerce işçi, Şansölyeden derhal barış ilan edilmesini talep etmiş, aksi takdirde iş bırakma eylemi yapacaklarını duyurmuştu. Bu arada adı geçen gazeteye beyanat veren bir Alman Sosyal Demokrat yetkili, Almanya’nın da Bulgaristan gibi en kısa zamanda barış istemesi gerektiğini, çünkü eğer savaşa devam edecek olursa asırlar boyu borç ödemeye mahkûm kalacağını belirtiyordu. İngiliz basınının önde gelen gazetelerinden The Times, Selanik Ateşkesi’nin Almanya üzerindeki etkilerine geniş yer ayırmıştır. Gazetede verilen bilgilere göre, Pan-Germenci anlayış artık iflas etmiş, batıdan ve doğudan Almanya’nın etrafı sarılmıştı. Söz konusu haberde, yakında Türklerin de teslim olacağı, savaş kış boyu devam ettiği takdirde Avusturya-Macaristan’ın da barış isteyeceği ve böylece 1919 baharına kadar Almanya’nın mağlup edileceği ifade edilmiştir. Konuyla ilgili bir başka haberde ise Bulgaristan’ın teslim olmasının ardından Türkiye, Alman yardımından yoksun kalmıştı. İtilaf Devletleri, Türkiye istese de istemese de Romanya ve Rusya da bulunan Alman karşıtları ile kolayca iletişim kurabilecek duruma gelmişti. Antlaşmanın imzalanmasıyla birlikte Avusturya-Macaristan’ı zor günlerin beklediği öne sürülen haberde, oluşan konjonktürde Avusturya, İtilaf Devletleri’nin bütün isteklerini kabul ederek barış istemek zorunda kalacaktı.

   Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi ve bu durumun olası etkileri hakkında bir konuşma yapan İngiliz siyasetçi ve aktivist Dr. Seton Watson, Bulgaristan’a ileriye dönük sözler verilmediğini, Sofya’dan Avusturya-Macaristan’a giden tren yolunun en kısa zamanda ele geçirilmesinin gerekli olduğunu belirtmiştir. Sırbistan’da yeni bir cephenin  oluşturulacağını, bunun yanı sıra aynı durumun Edirne yönünde de yapılması gerektiğini ifade etmiştir. İttifak Devletleri’nin en zayıf noktasını ele geçirdiklerini öne süren Watson, Avusturya-Macaristan’ın kısa sürede dağılacağını, uzun bir süreden sonra Avusturya ve güney cephesindeki askerlere yardım etme şanslarının ortaya çıktığından söz etmiştir. Savaş sonrasında Balkanlarda sınırların hem coğrafi hem de etnografik unsurların göz önüne alınarak çizilmesi gerektiğini ifade eden Watson, bu tarz bir düzenin olabilmesi için ilk olarak AvusturyaMacaristan probleminin çözülmesi ve Slavların bir millet olarak tanınmaları gerektiğini belirtmiştir.

    İngiliz basını, Bulgaristan’ın savaştan çekilme kararı sonrasında Almanların propaganda yöntemlerini devreye soktuğunu öne sürüyordu. Zira 4 Ekim 1918 tarihli bir gazetede yer alan habere göre, Alman basınında İtilaf Devletleri’nin sunduğu ateşkes koşullarının Bulgaristan tarafından kabul edilmeyecek kadar ağır olduğu iddiası vardı. İngilizlere göre Almanlar her zamanki gibi yalan yanlış haber yapıyordu. Zira Bulgaristan, savaştan çekilirken müttefiklerine haber göndermiş ve baskılara daha fazla dayanamayacağını bildirmişti. Bulgar Kralı Ferdinand, Saxonya Kralı ve Bavyera Kralını bu konuda bilgilendirmişti. Konuyla ilgili bir başka haberde ise Almanya’da Kaiser halka hitap ederek, “Tüm Almanların bu zor zamanlarda yanımda kararlılıkla yer alacaklarına, can ve mallarını Anavatan için feda edeceklerine dair şüphem yok” diyordu.

    İngiliz basınına göre Bulgaristan’ın savaş dışında kalmasının ardından yakında Osmanlı Devleti de teslim olacaktı. Zira 1 Ekim tarihli bir gazetede yer alan habere bakılırsa Türkiye tarafından henüz Bulgarlarınkine benzer bir görüşme önerisi yapılmamıştı, fakat siyasi ve askeri camiada böyle bir durumun oluşmasına dair beklenti bulunuyordu. Söz konusu haberin devamında verilen bilgilere göre; Selanik Antlaşması’ndan iki gün sonra Bulgar Bakan M. Kolusjeff, İstanbul’a giderek, Dışişleri Bakanı Ahmed Nesimi Bey ve İttihat ve Terraki Partisi yetkilileriyle toplantılar yapmıştı. Konuyla ilgili olarak İngiliz basınında yer alan haberlerden birinde, Selanik Ateşkes Antlaşması müzakereleri esnasında Bulgaristan’ın Türkiye’ye saldırması konusunun gündeme geldiği fakat Bulgaristan’ın artık savaşan devletler arasında bulunmadığından dolayı ancak İtilaf Devletleri ile birlikte yapılacak ortak bir harekâta katılabileceği belirtiliyordu.

    Selanik Ateşkes Antlaşması’nın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndaki etkilerine bakıldığında tıpkı Almanya’da olduğu gibi burada da Bulgarlara karşı büyük bir öfke duyulduğunu görüyoruz. Zira İngiliz basınına yansıyan haberlere bakılırsa, Kral Ferdinand’ın tahttan inme haberi Viyana’da derin bir üzüntüye sebep olmuştu. Avusturyalılara göre, Bulgaristan’ın teslim olmasının asıl sebebi cephede yaşanan gelişmelerden ziyade, halk arasında meydana gelen ayaklanmalar ve askerlerin isteksiz tutumuydu. Bulgarların ateşkes isteği Avusturya kamuoyunda tepkiyle karşılanırken cephede bulunan Avusturyalı askerleri de tehlikeye düşürmüştü. Zira Selanik Antlaşmasıyla birlikte Bulgaristan ve Sırbistan’da yerleşmiş olan Alman ve Avusturyalı birliklerin pozisyonu tehlikeye girmiş ve ana karargâhtan uzaktaki noktalara sevkiyat yapmakta sıkıntısı yaşanmaya başlanmıştı.

    Selanik Antlaşması’nın en olumlu karşılandığı ülke Birinci Dünya Savaşı’nda Bulgar işgaline uğrayan Sırbistan’dı. Yaşanan gelişmelerle ilgili olarak İngiliz basınına konuşan Sırp Başbakan Pashitch, antlaşmanın ardından Türkiye’nin yakın zamanda teslim olma olasılığının yüksek olduğunu ifade etmiştir. Selanik Antlaşması’nı değerlendiren Romanyalı bir yetkili ise müttefiklerin yakın zamanda Tuna’ya ulaşacağını ve Romen askerlerin tekrar ileri harekâta geçeceğini, İtilaf güçlerinin Almanya’ya girmeden kalıcı bir barışın söz konusu olamayacağını öne sürmüştür[1]

Komünizm Döneminde Bulgaristan

     İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde Balkan ülkelerinde komünist anlayışın iktidara gekmeye başladığı görüldü. Bu çabalar savaş sırasında da devam etmişti. Balkanlar üzerinde batılı devletlerin ve Sovyet Rusya’nın çıkarları çok kutuplu görünümü iki kutupluya dönüştürdü. Bu iki kutbun bir yanında batı etkisi altındaki Türkiye ve Yunanistan, diğer yanında ise Sovyet etkisi altındaki Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya ve Arnavutluk vardı.

    Balkan ülkelerinde Komünist partilerin kurulması ve gelişmesini sağlayan iç ve dış etkenler vardı. İç etkenler olarak ilkini komünist partilerin yapısında aramak gerekir. Doğu Avrupa ülkelerinde, örneğin Macaristan, Polonya’da ve Çesoklovakya’da Komünist partileri işçi yoğunluklu iken Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya’da ki partiler entelektüel karakterli idi. İhtilalci özellik taşıyorlardı. Dolayısıyla bu partilerin üye sayıları ve etkinlikleri ekonomik gelişmelerle birlikte devlet baskısına göre değişiklik gösteriyorlardı.

    Bulgar Komünist Partisi 1919-1923 yıllarında yapılan seçimlerde %25 oy aldı. Neredeyse bütün işçi sınıfı tarafından destekleniyordu. Bulgar devleti tarafından sıkı bir baskı altına alındı, zayıflatıldı. Ancak II. Dünya Savaşı’nda tekrar harekete geçti ve önemsenecek güç haline geldi. Yugoslav Komünist partisi 1930 lara kadar etkisini kaybetmişse de ülkenin içine düştüğü ekonomik bunalım ve faşist dikta rejimi sebebiyle güçlendi. En etkin parti oldu. Öğrencilerin büyük desteğini aldı. Romanya Komünist Partisi iki savaş arası döneminde çok zayıfladı ve önemli bir rol oynayamadı.

   Görüldüğü gibi balkanların en güçlü komünist partileri Bulgaristan ve Yugoslavya’daydı. Toplumun büyük bir kısmının desteğini aldılar. Güçlü teşkilatlar kurdular. Dolayısıyla savaştan sonra iktidara gelişlerini sadece Sovyet ordularının işgali temeline bağlamak doğru olmayabilir. İkinci iç etken olarak batılı devletlerin aksine Balkan ülkelerinde iç savaşlar oldu. Bu ülkelerde II. Dünya Savaşı’yla birlikte yenen ve yenilen devletler varken, bir de ülke içinde yenen ve yenilen siyasal sınıflar vardı. Balkan’da ki büyük iş sahipleri ve burjuvazi devletle işbirliği yapma yerine düşmanla işbirliği yaptılar. Ülkelerinin ekonomisini Almanya’nın emrine verdiler. Aksine Almanlara karşı mücadele eden sınıflar işçi ve köylü sınıfları oldu. Bunlarında savaştan sonra etkin konuma gelecekleri şüphesizdi, zaten Sovyet ordularının işgal sırasında uygun ortamla karşılaşmalarının sebebi, iki savaş arası döneminde faşist yönetimlerin baskısı, ekonomik çöküntü ve Burjuvazinin Nazilerle işbirliği yapmış olmaları idi.

    Balkanlarda Komünist yönetimlerin iktidara gelişlerinde dış etkenleri de unutmamak gerekir. Bunlardan ilki o zamanki dünyanın durumudur. Çünkü özellikle II. Dünya Savaşı eski savaşlara benzememekte idi. Sadece Balkanlar ve Doğu Avrupa olarak değil. Dünya bakımından da bu savaş iki devletin yani ABD, ve SSCB’nin kendi toplumsal ve ekonomik hayat anlayışlarını kabul ettirmeye yönelik çabaları şeklinde gelişti. Bunu gerçekleştirirken de o ülkelerdeki Sovyet taraflı güçler Moskova’ya bağlı partiler ve liderler kullanıldı. Balkan ülkelerinde tampon bölgeler oluşturuldu. Sovyetlerin yeni durumda ki amacı bu bölgelerin kendisine yönelik tehditle atlama taşı olarak kullanılmasını önlemekti. Sovyetler düşündüğü bu güvenlik çemberini Romanya ve Bulgaristan’da kurdu. İngilizler tarafından kurtarılan Yunanistan, kendi partizan güçleri tarafından Alman işgali tarafından kurtarılan Yugoslavya ve Arnavutluk’ta kontrolü sağlayamadı. Ama yinede Tito 1948’e Enver Hoca’da 1961’e kadar Moskova yanlısı politikalarını sürdürdüler.

    İkinci dış etken, batılıların savaş stratejisi idi. 1938 Münih Barışı ile Batılı devletler Almanya’ya doğu Avrupa ve Balkanların yolunu açtılar. İngiltere ve Fransa Hitler’in kendisine saldırmasını engellemek için barış imzaladılar. Böylece Balkanlar önce Almanya’nın, Sovyetlerin etki alanına girdi. Balkanlar ve Doğu Avrupa’da komünist yönetimlerin kuruluşu bazı aşmalardan geçti. İlk aşamada bu devletler Alman işgalinden kurtarıldılar. Sonra Hitler ile işbirliği yapmayan partiler, komünist partilerle koalisyon hükümetleri kurdular. Üçüncü olarak koalisyonu oluşturan parti ve liderlerin tasviyesi başladı ve yerli komünistler de iktidardan uzaklaştırıldı. Son aşamada ise Sovyetlerde yetişmiş ve Moskova’nın emri ile hareket edecek komünistler iş başına getirildi[2].

Türkiye’nin Bulgaristan’la Siyasi İlişkileri

   Bulgaristan I.Dünya Savaşı’nın hemen ardından yaralarını sarmakla uğraşırken aynı zamanda ekonomisini de düzeltmeye çalışır. Ancak Bulgaristan’ın sanayileşememiş olması ve tarıma dayalı ekonomisi nedeni ile Rusya’daki Bolşevik İhtilali’nden oldukça etkilenir. Bu nedenle Bulgaristan dış siyasetini daha çok Rusya güdümlü olarak belirlemeye çalışır ve Rusya yanlısı politikalar izlerken aynı zamanda komşularının da Rus yanlısı politika izlemesi için zemin hazırlamaya çalışır. Osmanlı Devleti I.Dünya Savaşı’nı İtilaf Devletleri’yle imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması ile bitirir. İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’nin mütareke sonrası topraklarını (Misak-ı Milli Sınırlarını) işgal eder.          

   Mustafa Kemal Bulgaristan’ın 1923 yılından itibaren Türk nüfusuna siyasi olarak uygulamış olduğu baskı ve işkenceler, daha çok Türk nüfusunu yıldırarak ülkeden göç etmeye zorlama ve asimile etme çalışmalarından dolayı olur. Bunun neticesinde birçok Türk Türkiye’ye iltica eder. İçişleri Bakanlığı, Edirne Vilayeti’nin göndermiş olduğu raporları dikkate alarak Dışişleri Bakanlığı’nı konu hakkında bilgilendirir. Bulgaristan’da Türk okullarında öğretmenlik yapan Mehmet Salih 1927 yılında Türk nüfusa yapılan mezalimler ile ilgili İstanbul Savcılığı’na bir mektup göndererek durumun vahametini belirtir. Yine Kırcaali’nin Cabiroğulları Nahiyesi Belediye Müdürü Hasan’ın Bulgarlar tarafından nedensizce öldürülmesi bu konu ile ilgili başka bir örneği oluşturur8.

   Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun henüz ilk yıllarında Bulgaristan’daki Türk nüfusun bir kısmı Türkiye’ye göç etmek isterler, fakat bu istekleri Lozan Barış Anlaşması gereği karşılıklı göçe tabi olan Yunanistan muhacirlerinin yerleştirilme işlemleri yüzünden ertelenmek zorunda kalınır9.

   Bulgaristan ile Türkiye arasında 18 Ekim 1925 tarihinde “Türk-Bulgar Dostluk Anlaşması” yapılır. Bu anlaşmada “Neuilly Anlaşması” kapsamında azınlık haklarının Bulgaristan’daki Türk nüfusa, Lozan Barış Antlaşması gereği de azınlık haklarının Türkiye’de bulunan Bulgar nüfusa uygulama kararı alınır. Bu anlaşma gereği her iki ülkede bulunan vatandaşlar, beraberlerinde taşınabilir mallarını alarak kendi ülkelerine göç edebileceklerdir. Bu anlaşmadan hemen önce başlayan göç, anlaşmadan sonra da 1923-1939 yılları arasında devam eder ve Atatürk Dönemi’nde Bulgaristan’dan Türkiye’ye yaklaşık 200 bin Türk nüfusu göç eder10.

   Söz konusu anlaşmada her iki ülke arasında karşılıklı nüfus değişimi ve siyasi konular da ele alınır. Buna göre her iki ülke birbirlerinin sınırlarına saygı göstereceklerdir. Ticaret, sınırlar, ikamet ve iki devlet arasında çıkacak olan anlaşmazlıklarda uluslararası hukuk yetkili olacaktır. Artık Türkiye’de Bulgarca konuşanlar Bulgar, Bulgaristan’da Türkçe konuşanlar Türk kabul edilecek ve buna göre azınlık muamelesi uygulanacaktır. 1912 yılından sonra Türkiye’ye göç etmiş olan Türkler Türk, Bulgaristan’a göç etmiş olan Bulgarlar da Bulgar kabul edilecek ve bunlar artık azınlık kabul edilmeyecektir. Kadınlar eşlerine, çocuklar da ailelerine tabii olacaklardır. Milli Mücadele sırasında Trakya’dan göç eden Bulgarlar ile Türkiye’ye göç eden Türkler isterlerse geri dönebileceklerdir11.

   Türkiye ile Bulgaristan arasında 1925 yılında yapılan karşılıklı nüfus göçüne yönelik siyasi anlaşma üzerinde çıkan küçük pürüzler nedeniyle her iki ülke arasında 6 Mart 1929 tarihinde “Tarafsızlık, Uzlaşma, Adli Tesviye ve Hakem Muahedesi” ile ilgi ikinci bir anlaşma daha yapılır. Buna göre 1925 yılında yapılan anlaşma gereği siyasi ve iktisadi konularda meydana gelecek olan her türlü itilafa girmeme temin edilir. Anlaşma maddelerinden biri veya bir kaçı diğer devletlerce işgal edilirse ülkeler arasında tarafsızlık korunacaktır. Diplomasi yoluyla halledilemeyen konular bu anlaşma hükümlerine tabii olacaktır. Burada her iki devlet arasında ortaya çıkacak olan her türlü anlaşmazlıklarda çözümün nasıl olacağı, hakemlerin tespiti ve işleyişi ile ilgili çok ayrıntılı maddelere yer verilir12.

   1929 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç edecek Türk nüfusunun göç işlemlerinin Bulgar ve Türklerden oluşan bir heyet tarafından takip edilmesi konusu gündeme gelir ve bunun ne şekilde işleyeceği belirlenir. Ayrıca bu göçe nezaret edecek Türk-Bulgar üyelerinin oluşturacağı komisyonun kurulma ve protokol uyuşmazlıklarının hakeme arz şekli ortak karara bağlanır13.

   Türkiye’ye Bulgaristan’dan gelen Türk nüfusunun göç miktarı Bulgaristan nüfus istatistiklerine göre daha net olarak görülebilir. Bulgaristan topraklarında 1880 yılında yapılan istatistiklere göre 650 000 Türk nüfus bulunmakta ve nüfusun % 19.25’ini oluşturmaktadır. 1926 yılı genel nüfus sayımına göre Bulgaristan’ın nüfusu 5 478 741 kişi ve Türk nüfusu ise 577 552 kişi olarak nüfusun % 10.5’ini oluşturmaktadır. Buna göre 1880 ile 1926 yılları arasında Bulgaristan’da Türk nüfusu yaklaşık yarı yarıya azalır, yani nüfusun yarısı ya ölür, ya da Türkiye’ye göç eder14.

   Atatürk döneminde Türkiye’ye ülke dışından öylesine bir göç hareketi başlar ki bu göç nüfusu yaklaşık ülkenin nüfusun beşte birini oluşturur; göçün çoğunluğuna Balkanlardan gelenler sahiptir. Uzun süreden beri savaş sürdüren (1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı, Trablusgarp, I.ve II.Balkan Savaşları, I.Dünya Savaşı ve Milli Mücadele) bir ülkenin ekonomisinin iyi olduğu düşünülemez. Ülkede adete “kılıç artığı” diye tabir edilen bir nüfusla bir taraftan yeni bir devleti oluştururken, diğer taraftan hem Osmanlı Devleti’nden arta kalan borçların ödenmesi, hem devleti ekonomik olarak kalkındırma çarelerinin aranması ve hem de inkılapların yerleşmesi çalışmaları sürdürülmektedir. İşte böyle bir durumda ülkeye göçle gelen nüfus ülkenin ekonomisini de etkiler. Türkiye her şeye rağmen kendi ülkesinde sıkıntı çeken Türk ve Müslüman nüfusa her zaman sahip çıkmaya çalışarak Türkiye’ye göç etmelerine yardım eder. Mustafa Kemal’in önderliğindeki Türkiye, özelikle 1930’lu yıllarda Avrupa’da milliyetçi akımlar ve otoriter rejimler güçlenirken devamlı komşularıyla iyi ilişkiler kurarak dış siyasetinde “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesini benimser. Türkiye, sınırları dışında birçok ülkede önemli sayıda Türk nüfusun olması ve hatta bu nüfusun o ülkeler içinde oluşan bir takım baskılara maruz kalmalarına rağmen, komşu ülkelere hiçbir zaman düşmanca emel beslemez15.

   1930’lu yıllardan sonra Bulgaristan’da Türk ve Müslüman nüfuza yapılan tazyik, baskı, işkence ve ölüm vakaları hızla tırmanmaya devam eder. Bulgaristan’da “Praznişti Vest” gazetesinde Kessarevo Köyü Türk halkına yapılan kötü hareketlerin Türkiye basınında gereğinden fazla abartıldığı konusunda bir makale yer alır. Böylece Bulgarlar kendilerini haklı göstermeye çalışır. Yine bu dönemde Bulgaristan’daki Türk nüfusa eziyet etmekle bilinen “Rodna Zachtita Teşkilatı” nın başına geçen emekli General Markof Türk nüfusa bundan sonra baskı yapılmayacağı konusunda Türkiye’nin Sofya Elçisi ile görüşür. İşte bu görüşme Bulgaristan’da Türklere karşı yapılanların bir ispatı konumundadır. Daha sonraki süreçte bu baskılar artarak devam eder. 1933 yılında Bulgaristan’da “Razgrat Hadisesi” meydana gelir ve bu olayda Bulgarlar Türk nüfusa büyük zulümler yaparlar. Bu zulümlere dayanamayan bazı Türkler Romanya’ya kaçmak zorunda kalır. 1937 yılına doğru Bulgaristan’da Şumnu’da Türklere ait bazı evler aranarak onlara tehdit mektupları gönderilir. Hatta Bulgar askerleri Türkiye sınırına girmeye dahi yeltenirler16.

   Bu dönemde Türkiye’den Bulgaristan’a Türkiye’deki herhangi bir nedenden dolayı Bulgar nüfusu göçü olmazken Bulgaristan’dan Türkiye’ye siyasi ve kültürel baskılardan dolayı Türk nüfusu göç etmeye devam eder; örneğin Bulgaristan Makedonyası’ndaki 3-4 bin Türk nüfusu Türkiye’ye alınır. Zaman zaman iki ülke arasında göç nedeniyle sıkıntılar çıkması nedeniyle 1935 yılında Bulgaristan’daki 52 Türk ailesi ile mübadele edilecek olan Silivri’nin Korfalı köyündeki Bulgar ailelerinin sevklerinde kolaylık gösterilmesi istenir ve bunun gerçekleşmesi sağlanır17.

   Türkiye Cumhuriyeti, 1928 yılında “Briand Kellog” Silahsızlanma Konferansına davet edilir ve bu davet neticesinde Türkiye 1929 yılında bu konferansa katılır. Bundan sonraki süreçte 1930 yılında Fransız Dışişleri Bakanı Aristide Briand bir Avrupa Birliği projesi için devletlere yeni bir davetiye daha gönderir. Briand’ın düşündüğü bu Avrupa Birliğine Bulgaristan, Almanya, İtalya, Sovyetler Birliği, Türkiye, Yunanistan ve Macaristan’ın da katılması istenir. Türkiye yapılan girişimler ve davetler neticesinde Temmuz 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olur.

   Yunanistan ile Türkiye arasında çıkan Etapli anlaşmasızlığının karşılıklı iyi niyet çerçevesinde her iki ülke arasında çözüme kavuşturulması daha sonraki süreçte iki ülkeyi dış siyasette birbirlerine yaklaştırır. Balkanlar’da 1930’lu yıllarla beraber Türkiye- Yunanistan yakınlaşması görülmeye başlanır. Bu yakınlaşma, diğer Balkan ülkeleri için de başlatılır. Esasen 16 Ekim 1925 tarihinde Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya arasında imzalanan “Locarno Anlaşması”, “Briand Kolleg Paktı”, ve “Küçük Antant” Balkanlarda ülkeleri birbirlerine yakınlaştırır. Böylece 1930 Ekim ayında Atina’da I.Balkan Konferansı yapılır. Bulgaristan Balkan konferanslarına katılmasına karşın 1932 yılında III.Balkan konferansı’nda Balkan Paktı’nın tasarısı oluşturulurken ortaya çıkan işbirliğine çekingen davranır. Bulgaristan yapılan bu Balkan konferanslarında ekonomik alanlarda, azınlık haklarının korunmasında ve Ege Denizi’ne bir çıkışa sahip olma talepleri gibi siyasal konularda bir ilerleme kaydedemeyince Balkan Antantı’na katılmaktan vazgeçer. Bulgaristan ve Yugoslavya revizyonistçi İtalya’nın etkisinde kalırlar. Balkan Konferansları gereğince 14 Eylül 1933 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalanır. İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın Sofya’ya giderek tüm ısrarlarına rağmen Bulgaristan Makedonya meselesi nedeniyle bu anlaşmaya yanaşmaz18.

   Türkiye Başbakanı İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras 20 Eylül 1933 tarihindeki Sofya ziyaretlerinde Bulgaristan Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muşanov ile bir anlaşma imzalayarak 6 Mart 1929 tarihli Tarafsızlık, Uzlaşma, Adli Tesviye ve Hakem Antlaşması’nın 3 Aralık 1934’ten itibaren beş yıl süre ile uzatılmasını kararlaştırırlar. Böylece iki ülke arasındaki dostluk bir kez daha kuvvetlendirilir. Bu anlaşma V.Dönemde 18 Mayıs 1935 gün 2723 sayılı Kanun ile TBMM’de onaylanır. Aynı anlaşma TBMM tarafından 11 Mart 1935’ten itibaren 2 ay daha uzatılır19.

   Başbakan İsmet İnönü TBMM’ndeki bir konuşmasında; “Bulgaristan’ın barışı sağlamak ve komşuları ile ilişkilerini geliştirmek için yaptığı girişimler ve gayretleri biliyoruz. Bulgaristan Türkiye ile özel bir muahede ile bağlıdır. Aynı şekilde Yugoslavya ile de. Bulgaristan aynı şekilde Romanya, Yunanistan ile de ilişkilerini bu hale getirmek istemektedir. Türkiye Bulgaristan’a bu arzusu için yardım edecektir. Balkanlardaki barış Avrupa barışı için temeldir…” diyerek Türkiye’nin Bulgaristan’ın yanında olduğunu vurgulamaktadır20.

   Mustafa Kemal Atatürk Avrupa’daki siyasi gelişmeler ve mihver devletleri nedeniyle Balkanlardan gelebilecek bir tehlikeye karşı Balkan devletleriyle istişare içerisine girer ve Türkiye bu süreç içerisinde önce Romanya ile 17 Ekim 1933’te, sonra Yugoslavya ile 27 Kasım 1933’te Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşmaları imzalar. Bu anlaşmalar sonrasında 9 Şubat 1934 tarihinde Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya arasında “Balkan Antantı” imzalanır. Bulgaristan Atatürk’ün tüm tekliflerine sıcak bakmayarak antanta katılmaz.

   Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras TBMM’ne hitabında, Bulgaristan’ın Antanta katılmamasından üzüntülü olduğunu ifade eder ve Türkiye’nin Bulgaristan ile olan dostluk ilişkisinin devam edeceğini belirtir. Bulgaristan’da ise, 8 Şubat 1934 tarihinde Başbakan M.Muşanov Antanta girmemelerinin nedenini “Biz Balkan ülkelerinin sınırlarını değiştirmeyi düşünmüştük…” şeklinde açıklayarak gerçek niyetlerini ortaya koyar. Yine bu konu ile ilgili “La Bulgarie” gazetesinde çıkan bir makalede, Bulgaristan’ın revizyonistçi bir politika izlediği ve sınırlarının değişmediği müddetçe huzurunun olamayacağı savunulur. Bulgaristan’daki “Slova” gazetesinde bu Antantın ileride Bulgaristan-Yugoslavya ittifakını oluşturacağı ve “Sovbodna Retch” gazetesinde ise Türkiye’nin Bulgaristan’la dostluk anlaşması olmasına karşın bu ülkelerle anlaşma yapmasının anlaşılamadığı haberleri yer alır. Bulgaristan’da “Demokratitcheski” gazetesinde bu antlaşmanın Birleşmiş Milletler Misakı’na aykırı olduğu ve yine “Mir” gazetesinde bu antlaşmanın Bulgaristan’ın komşuları ile ilişkilerinin düzeltmesini engelleyeceği ve asla Balkan İttifakını sağlayamayacağı gibi ifadeler yer alır.

   Bazı önemli gazetelerde Balkan ülkeleri arasında gerçekleştirilen Antant ile ilgili haberlere yer verilir. Paris Sosyalist “Le Populaire” gazetesi antantın oluşmasındaki rolü nedeniyle Türkiye’yi över ve Türkiye’nin bu girişimini Batılı bir devlet olma yolunda olumlu bir adım olarak niteler. İtalyan’nın dış siyaset olarak Bulgaristan’ı desteklemesinden dolayı İtalyan gazetelerinde doğal olarak antanta karşı haberler yer alır. Yine “Le Populaire” gazetesi 5 Şubat 1934 tarihli sayısında Bulgaristan’ın arazi bakımından statükonun muhafazası meselesinden dolayı bu antlaşmada yer almadığı belirtir. Türkiye’de Hakimiyet-i Milliye’nin 15 Şubat 1934 tarihli sayısında da bu antlaşmanın Bulgaristan’ın devam eden ısrarlı toprak talepleri nedeniyle uzun ömürlü olamayacağı yazılır23.

   Bulgaristan Kralı Boris’in İtalya Kralı’nın kızıyla 1930 yılında evlenmesi, Bulgaristan ile İtalya’nın dış siyasette birbirlerine yakınlaşmasına yol açar. Esasen bu yakınlaşma daha sonraki süreçte Bulgaristan’ın Balkan Antantı’nda yer almayışının nedenleri arasında yer alacaktır. Bulgaristan dış siyasette İtalya’ya yaklaşınca Yugoslavya’nın Balkan Antantı’ndan ayrılması için büyük gayret gösterir. Bulgaristan ile Yugoslavya arasındaki bu yakınlaşma sonucu Bulgaristan-Yugoslavya Antlaşması imzalanınca Balkan Antantı sekteye uğrar. Antant, Romanya- Almanya arasındaki anlaşma sonrasında işlevini kaybedince 1939 yılında son bulur24.

   Bulgaristan’nın Balkan Antantı’na katılmayarak İtalya’nın yanında yer almasının yegane sebebi II. Balkan Savaşı ve I.Dünya Savaşı’nda kaybettiği toprakları (Romanya’ya karşı Dobruca, Yugoslavya’ya karşı Makedonya, Yunanistan’a karşı Batı Trakya ve Dedeağaç, Türkiye’ye karşı Edirne) tekrar geri alabilmeyi amaçlamasıdır. Bulgaristan’ın özellikle II. Balkan Savaşı sırasında düşmüş olduğu durum neticesinde artık komşularına eskisi gibi güveni kalmamakla beraber, kaybettiği topraklarını yeniden kazanma planlarının olması da bu devletlerle olan ilişkilerinde belirleyici olur25.

   Türkiye ile Bulgaristan arasındaki bir başka meseleyi de Montrö Boğazlar Sözleşmesi oluşturur. 1935 sonrası Almanya ve İtalya’nın hızlı silahlanması, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının güvenliği meselesini tekrar gündeme getirir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu durumu derhal BM’e yasal yollardan iletmesi sonucu, Türkiye Cumhuriyeti ile İtilaf Devletleri arasında 20 Temmuz 1936 yılında Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanır. Toplantıya Karadeniz’de kıyısı olduğu için Bulgaristan da davet edilir ve Bulgaristan’da toplantıya katılarak sözleşmeyi imzalar26.

   Balkan Antantı’nın işlevini yitirmesi, II.Dünya Savaşı arifesinde Nyon Anlaşması’nın hükümlerinin fesih edilmesi ve Türkiye, İngiltere, Fransa, Yunanistan, Bulgaristan, İtalya, Romanya ve Mısır’ın anlaşmadan çekilmesi Balkan ülkelerini II.Dünya Savaşı endişesinden dolayı tekrardan birbirlerine yaklaştırır. Bunun sonucunda Balkan İtilaf Devletleri ile Bulgaristan arasında Selanik’te ortak bir anlaşma imzalanır ve bu çerçevede Bulgaristan Türkiye’ye Kara, Deniz ve Hava Ataşemiliterleri tayin etmek ister, fakat bir süre sonra II.Dünya Savaşı başladığından bu istek gerçekleşmez[3].

2. Dünya Savaşı Öncesi Bulgaristan

    Çiftçi hükümeti, iktidarda kaldığı üç yıl içinde küçük çiftçilerin istekleri yönünde çeşitli yeni düzenlemeler yaparken muhalefeti sindirmeye çalıştı. Sonunda hükümet askerî bir darbe ile devrildi (9 Haziran 1923) ve Stamboliyski öldürüldü. Darbeden sonra A. Tsankov başkanlığında kurulan hükümet, önceki hükümetin köylülere dağıttığı toprakları eski mâliklerine iade etti ve siyasî partilerin kapatılması yönünde bir propaganda kampanyası başlatarak lider kadrodan önde gelenlerin bir kısmını tutuklattı. Çiftçi iktidarına karşı yapılan darbe sırasında tarafsızlık ilân eden komünistler, 23 Eylül 1923’te yeni rejime karşı silâhlı ayaklanma başlattılar; ancak büyük bir başarısızlığa uğradılar ve yıl sonuna doğru hükümet meclisten Komünist Parti ile bağlı kuruluşlarının kapatılmasını içeren Devleti Koruma Kanunu’nu geçirdi.

    1923-1925 dönemindeki olaylar ve terörist hareketler kamuoyu önünde Tsankov hükümetini yıpratırken iktidarın kendi içinde de önemli bir muhalefetin doğmasına sebep oldu. 1926’da muhalif liderlerden A. Lyapçev’in başkanlığında kurulan hükümet ilk iş olarak bir af çıkardı ve suçluların cezalandırılmasında adalet gücüne ağırlık verdi. Ülkede çok partili siyasî hayat sürdürülürken komünistler de İşçi Partisi adıyla yeniden legal örgütlenmeye gittiler (1927). Lyapçev döneminde iktisadî hayatta nisbî bir istikrar sağlanmış olmasına rağmen radikallerle liberallerden ve çiftçilerden belirli bazı grupları da yanına alan Demokrat Parti lideri A. Malinov, “Ulusal Blok” adıyla bir muhalefet oluşturdu ve 1931’deki seçimleri kazanarak iktidara geçti. Malinov hükümeti iç politikada önemli bir değişiklik yapmazken dış politikada Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya’dan eski toprakların geri alınabileceğini umarak Faşist İtalya ve Hitler Almanyası’yla yakınlık tesis etti; bu yüzden 1934’teki Balkan Paktı’na da girilmedi. Bu arada İşçi Partisi kapatıldıysa da yerine Bulgar İşçi Partisi adıyla yenisi kuruldu.

    19 Mayıs 1934’te, eski başbakanlardan Tsankov’un kurduğu Ulusal Sosyal Hareket Partisi, askerlerle yakın ilişkisi olan Zveno adlı faşizan kuruluşla birlikte eyleme geçerek bir darbe yaptı. K. Georgiev başkanlığında kurulan hükümet ilk olarak meclisi dağıttı ve bütün siyasî partilerin faaliyetlerini durdurdu; ayrıca yerel yönetimler kaldırılarak merkeziyetçilik güçlendirildi. Darbeyi yapanlardan bir grubun istekleri doğrultusunda önce Yugoslavya ve Fransa ile yakınlık kurulurken daha sonra hükümet de değiştirilerek (1935’e kadar P. Zlatev ve A. Toşev, 1940’a kadar G.Köseivanov) Almanya ve İtalya ile yakınlık sağlandı. 1937’de Almanlar’ın baskısıyla önce Yugoslavya ile, arkasından da Selânik’te öteki Balkan ülkeleriyle “Sürekli Dostluk Anlaşması” imza edildi[4].

    Bulgaristan Krallığı, Cumhurbaşkanı Georgi Kyoseivanov önderliğinde, savaşın başlaması ile beraber tarafsızlık politikasını duyurdu. Bulgaristan yönetiminin aklında savaş bitene kadar tarafsız kalıp, olan biteni uzaktan seyretme düşüncesi mevcuttu. Ancak, 2. Balkan Savaşından ve 1. Dünya Savaşından kalan bazı eksi dosyalar hala kapanmamıştı, dolayısıyla hızla büyüyen ateş içerisine ister istemez girmek zorunda kalacaktı. 7 Eylül 1940 tarihinde Craviova anlaşması ile Güney Dobruca Romanya’dan alınıp Bulgaristan’a verildi. Bu anlaşmalarda arkaplan Nazi Almanya’sıydı. Bulgaristan için ,1913 yılından beri Romanya’ya ait olan bu toprak parçası, ateşi söndürmektense biraz daha odun atmış olacaktı.

    Savaş tüm hızıyla Avrupa’ya yayılırken İtalyan’ların başarısız Yunanistan seferini, Nazi Almanyası bir an önce çözmek istiyordu. Özellikle, vaat edilen bazı Yunan topraklarının da etkisiyle Bulgaristan, Almanya, İtalya ve Japonya’nın olduğu üçlü ittifak içerisine girdi. Bu aşamada Almanların, Sovyetlerle saldırmamazlık anlaşması olduğunu da unutmamak lazım. Diğer yandan Bulgaristan başından beri Türkiye ile daha önceden imzaladığı saldırmamazlık anlaşmasından dolayı Doğu sınırlarından hiçbir zaman endişe etmedi.

    6 Nisan 1941 yılında resmi olarak Müttefik bloğuna katılsa da, Yunanistan ve Yugoslavya işgallerinde hiçbir zaman doğrudan bir saldırı yapmadı. 17 Nisanda Yugoslavya, 30 Nisanda Yunanistanın işgali tamamlandıktan sonra İç ve Batı Makedonya, Batı Rumeli bölümlerini işgal etti. Yunanistan tarafında da Drama, Komotini, Xanthi, Kavala ve Thasos adasını işgal etti[5].

 

  

 

 

 

KAYNAKÇA

 

BAŞKAYA Muzaffer, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/17939 Saat:20:40

KARATAY Osman, Balkanlar El Kitabı, s. 559-562 Cilt:2

KAŞTAN Yüksel  http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-72/ataturk-donemi-turkiye-bulgaristan-iliskileri saat: 21:10

https://islamansiklopedisi.org.tr/bulgaristan, 18.03.19 s. 20:30

https://tanklarvetarih.wordpress.com/2018/09/09/2-dunya-savasinda-bulgaristan/, trh. 19.03.2019, s. 19:30

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ORTA ÇAĞ SİYASET DÜŞÜNCESİ VE DÜŞÜNÜRLERİ

KÖKTÜRKLERDE DEVLET ANLAYIŞI

2. MEŞRUTİYET DÖNEMİ İKTİSADİ DÜŞÜNCE POLİTİKASINDA YENİLEŞME HAREKETLERİ