ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ VİZE NOTLARI

 

ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ VİZE NOTLARI

Yusuf KAYMAKÇI/NEÜ Tarih


Anadolu Selçuklu Sultanlarının Temel Politikaları

·         Türk birliğini sağlamak

·         Anadolu coğrafyasının tabi sınırlarına ulaşarak Anadolu yarım adasına tam hakim olmak

·         Anadolu ekonomisini dünyaya açmak, dünya ekonomisi ile birleştirmek

·         Anadolu’da siyasi birliği sağlamak

Anadolu’da Müslüman Türkler/İlk Akınlar

Selçuk Bey’in 1007 yılındaki ölümünden sonra Selçuklu ailesi ve Türkmenlerinin başına en büyük oğlu Arslan Yabgu geçti. Tuğrul ve Çağrı Beyler, kurultayda onun başbuğluğunu tanısalar da kendilerine bağlı Türkmenler ile ayrı hareket etme kararı aldılar. Maveraünnehir ve Seyhun nehrinin ötesinde; Talas bölgesinde Karahanlı han ve teginlerinin tehdit ve baskılarından dolayı kendilerine yaşam alanı kalmayınca Tuğrul ve Çağrı Beyler, kendilerine yeni bir yurt, hayvanlarına da rahat otlatabilecekleri topraklar bulma kararı aldılar. Bu çerçevede, 1015 yılında Çağrı Bey, emrindeki 3000 kadar Türkmen süvarisi ile hızla ve gizlice Gaznelilere ait Horasan bölgesinden geçerek önce Azerbaycan’a oradan da Doğu Anadolu topraklarına girdi. Bu sırada Doğu Anadolu’da Bizans’a bağlı Ermeni ve Gürcü krallıkları bulunuyordu. İlk önce, Ermeni ‟Vaspurakan Krallığı”nın topraklarına giren Çağrı Bey, yapılan savaşta Ermeni ordusunu bozguna uğrattı, bir süre bölgede dolaşarak pek çok ganimet elde etti ve Vaspurakan Krallığı’nın batı topraklarındaki kaleleri ele geçirdi. Ardından, kuzeye yönelerek Gürcüler üzerine yürüdü ve topraklarına girdi. Çağrı Bey’i karşılamak üzere bekleyen General Liparit komutasındaki bir Gürcü ordusu, savaşı göze alamayarak geri çekildi; bunun üzerine Çağrı Bey, Nahcivan bölgesi topraklarını ele geçirdi. Bununla da yetinmeyen Çağrı Bey, daha da kuzeye yönelerek Nik bölgesine girdi. Durumu haber alan Beçni Kalesi’nin Ermeni komutanı Vasak, ordusu ile Çağrı Bey’in üzerine yürüdü ve yapılan savaşta hezimete uğrayan taraf yine Ermeni ve Gürcüler oldu. Bir müddet daha bölgede dolaşan ve ganimet toplayan Çağrı Bey, yeterli keşifleri yaptığına kanaât getirerek 1021 yılında yine Azerbaycan ve Horasan üzerinden Maveraeünnehir’e dönerek Kardeşi Tuğrul Bey ile bir araya geldi ve Anadolu hakkında olumlu bir rapor verdi. Bölgeye geldiğinde var olan Ermeni ve Gürcü prensliklerinin kendi aralarındaki ve Bizans ile olan mücadelelerinden kaynaklı bölgedeki kaos ortamından yararlanan Çağrı Bey, ileride yurt tutma amaçlı keşif ve ganimet elde etme amacıyla çıktığı seferden büyük başarılar elde ederken, bölge halkı ve toprakları üzerinde de derin etkiler bırakmıştır; Ermeni ‟Ardzuri” ve ‟Bagraturi” krallıkları yıkılmış ve halk, Orta Anadolu’ya doğru göç etmiştir. Bölgenin insansız hale gelmesi, kısa bir gelecekte bölgenin Selçuklu Türklerince kolayca ele geçirilmesine zemin hazırlamıştır. Büyük Selçuklu Devleti kurulduktan sonra Malazgirt Savaşı’na kadar geçen sürede Anadolu üzerine yapılan akınlarda Çağrı Bey’in bu sefer sonucu elde ettiği bilgiler ve kullandığı güzergâh, Selçuklular için bir rehber ve kılavuz niteliği taşımıştır.

Tuğrul Bey Pasinler ve Anadolu’da Selçuklular

Büyük Selçuklu Devleti kurulduktan sekiz yıl sonra Anadolu’ya ikinci sefer düzenlendi. Bizans İmparatoru IX. Konstantinos’un emri ile Müslüman Şeddâdîlerin başkentinin Gürcü komutan Liparit tarafından kuşatılması üzerine Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış, yardım amaçlı gelerek Liparit ve ordusunu bozguna uğrattı. Bir diğer taraftan Musa(İnanç) Yabgu’nun oğlu Şehzâde Hasan, 1048 yılında Erzurum bölgesine girdi ve Vaspurakan bölgesine doğru ilerlemeye başladı. Bu durum karşısında Vaspurakan’ın Bizans valisi, Gürcistan’ın Bizans valisinden yardım istedi. İstediği askerî yardımı aldıktan sonra Bizans kuvvetleri, Şehzâde Hasan’ın komutasındaki Selçuklu ordusunu pusuya düşürüp yenilgiye uğrattı. Bu savaşta şehzâde Hasan şehit düştü.

    Haberi alan Sultan Tuğrul, İbrahim Yınal’ı Azerbaycan Valiliğine atadıktan sonra Anadolu üzerine sefer emri verdi. 1048-1049 yılında İbrahim Yınal komutasında Doğu Anadolu’ya giren Selçuklular, Vaspurakan üzerinden hızla gelerek Erzurum ve çevresindeki bölgelerden pek çok kale ve şehri ele geçirip, bol miktarda ganimet ve esir elde ettiler. Durumdan haberdar olan Bizans İmparatoru, komutanı Liparit’i bölgede zor durumda bulunanBizans valileri ve ordusuna yardım amaçlı bölgeye gönderdi. Bizans ordusu içerisindeki ihtilafları gören ve iyi değerlendiren İbrahim Yınal, Erzen-i Rum(Erzurum) dolaylarındaki Basean(Pasinler) bölgesinde yapılan savaşta Bizans ordusunu bozguna uğrattı ve General Liparit’i esir aldı. Bu savaş literatüre ‟Pasinler Savaşı” olarak geçmiştir. Ve bu savaş önemli sonuçlar doğurmuştur; Pasinler Savaşı, Selçuklu ve Bizans arasında iki denk devlet olarak yapılan ilk savaştır. Bu savaştan sonra Bizans’ın Selçuklu akınlarına karşı mukavemeti ve maneviyatında önemli kırılmalar yaşanırken, Selçuklular tarafında ise Bizans’ın ürkülecek bir güç olmadığını görülmüştür. Esir komutanını kurtarmak isteyen imparator Konstantinos, Selçuklu egemenliğini tanıyarak vasal bir devlet olan Mervâni Emirliği’nin aracılığıyla Sultan Tuğrul’dan barış talep etti. Barış teklifini kabul eden Sultan Tuğrul, elçilik heyetlerinin karşılıklı Bizans ve Selçuklu ülkelerine gidip gelmelerinin ardından şöyle bir antlaşmaya varıldı: 1. Emevîler tarafından İstanbul’da yapılan cami ve medresenin bakım ve tadilatı yapılacak, 2. Şii-Fatîmî halifesi adına okunan hutbe, Abbasî halifesi ve Selçuklu Sultanı adına okunacak, 3. Caminin mihrabına Türklerin eski devirlerden beri hükümdarlık alameti olan ve Sultan Tuğrul’un da kullandığı ‟ok ve yay” işareti yerleştirilecek.

    Anadolu’yu fethetme düşüncesinde olan Kutalmış, 1054 yılında Şeddâdîlerin başşehri Gence’yi kuşattı. Kuşatma başarısız olsa daErmeni Bağratlılara ait Kars şehrini ele geçirmeyi başardı.

     Kardeşi İbrahim Yınal’ın isyanını bastırarak devlet otoritesini tekrar sağlayan Sultan Tuğrul, Selçuklu ülkesinde göçlerle artan Türkmen nüfusa yurt bulmak ve Bizans ile yapılan barış antlaşmasının uygulanmaması gibi nedenlerden ötürü 1054 yılı içerisinde Anadolu üzerine sefere çıktı. Doğu Anadolu’ya giren Sultan Tuğrul ve Selçuklu ordusu, Erciş kalesini ele geçirdi. Buradan hareketle Malazgirt Kalesi kuşatıldı fakat alınamadı. Daha sonra Sultan Tuğrul, Selçuklu ordusunu üçe ayırarak farklı bölgelere sevk etti. Birinci kol: Kafkas Dağları, Abhaz kaleleri ve Erzincan üzerine harekete geçerken, İkinci kol: Taik bölgesi üzerinden Çoruh havzasındaki topraklara akınlarda bulunmuş ve bol ganimet elde etmiştir. Fakat dönüş yolunda yapılan savaşta ordunun sübaşısı şehit düşmüştür. Üçüncü kol: Kars ve civarına yönelmiş, burada yapılan savaşta Bizans ordusunu bozguna uğratmışlardır. Kendisi Pasinler ve Erzurum’a hareket eden Sultan Tuğrul, kalenin düşmesinin zaman alacağını düşünerek kuşatmaktan vazgeçti. Ardından üç kol halinde sevk ettiği orduların dönmesinin sonra tekrar güney yönünde hareket ederek yeniden Malazgirt Kalesi’ni kuşatsa da kış mevsiminin gelmesinden dolayı kuşatmayı kaldırarak ordusu ile birlikte ülkesine geri dönmüştür. Dönüş yolunda Adilcevaz kalesini fethetmiştir.

     Çağrı Bey’in oğlu Yakutî, emrindeki Selçuklu kuvvetleri ile 1057 yılında önce Azerbaycan’a, sonra da Anadolu’ya girdi ve akınlara başladı. Yakutî’nin komutanlarından emir Saltuk, Anadolu’da başarılı akınlarda bulunarak, bu süre zarfında pek çok kez büyük bir Bizans ordusunu yenilgiye uğrattı. Ayrıca, 1058’de Yakutî, ordusunun bir kısmını Kars bölgesine sevk etti. Bu ordu, Pasinler’e inerek pek çok kaleyi kuşattı ve ele geçirdi. Aynı yıl yine Yakutî’nin sevk ettiği bir diğer ordu Erzincan, Kemah ve Pulur’u fethetmiştir. 1059 yılında bizzat Sultan Tuğrul’un emri ile başlayan Anadolu seferine yine Yakutî kumanda etmiştir. Doğu Anadolu topraklarına giren Selçuklu ordusu, Van Gölü’nün kuzeyine doğru hareketle Sivas önlerine gelindi ve şehir kolayca Selçuklu kuvvetlerince fethedildi.

Esas Fetih Alparslan ve Malazgirt Zaferi

    Sultan Tuğrul’un 1063 yılında ölmesinden sonra Selçuklu tahtına yeğeni; Çağrı Bey’in oğlu Alparslan geçti. Sultan Alparslan, ülkedeki siyasî karışıklıklara ve taht mücadelelerine son verdikten hemen sonra 1064’te Anadolu seferine çıktı. Bu sırada Anadolu’da akınlar yapmakta olan emir Tuğtekin’de Sultanın huzuruna çıkarak Selçuklu ordusuna katıldı ve bölge hakkında bilgiler verdi. İlk önce Gürcistan bölgesine giren Sultan          Alparslan ve Selçuklu ordusu, bu bölgede askerî faâliyetlerde bulunduktan sonra Taik bölgesine girdiler.  Gürcü kralı, Selçuklu ordusunun karşısına çıkmaya cesaret edemedi ve kaçmak zorundan kaldı. Ardından bölgedeki bir takım şehir ve kaleler ele geçirildi. Sultan Alparslan, bölgedeki Ermeni kralı II. Gourgen’in kızıyla evlenerek barış yaptı, sonra da aynı barışı Gürcü kralı IV. Bağrad ile de gerçekleştirdi.

    Öte yandan, Sultan Alparslan’ın oğlu Melikşah, yanında Yakutî ve Nizâmü’l-Mülk olduğu halde, Doğu Anadolu toprakları boyunca pek çok kaleyi kuşatarak ele geçirdiler. Bu başarıların ardından babasının ve asıl Selçuklu ordusunun yanına dönen Melikşah, kazandığı zaferlerden dolayı babasının takdirlerini ve memnuniyetini kazandı. Bu vakitten sonra yek vücut halinde hareket eden Selçuklu ordusu, Sultan Alparslan’ın komutasında yine bölgedeki pek çok Bizans kale ve şehirleri fethederek, ‟ele geçirilememesi ile ünlü” Bizans’a ait Anion(Ani) şehri üzerine yürüdü ve şehri kuşatma altına aldı. Yapılan kuşatma ile zor durumda kalan Ani şehri, cizye vergisi ödeyerek barış yapmaya ikna oldular. Fakat anlaşmaya sadık kalmayarak sonrasında tekrar kaleden Selçuklu askerlerine saldırınca bu sefer Selçuklu ordusu daha şiddetli bir şekilde kaleye hücum etti. Yaşanan çatışmalarda Selçuklu askerleri galip geldi ve kale duvarlarında oluşan boşluklardan içeri dalan Selçuklu ordusu şehri fethetti. Hristiyanların bu ünlü ve büyük kentinin Müslüman Türklerin eline geçmesi Hristiyan aleminde üzüntülere sebebiyet verirken, İslam aleminde büyük bir sevinçle karşılandı. Derhal bir fetihnâme hazırlanarak Abbasî halifesine gönderildi. Abbasî halifesi de bu büyük fetihten dolayı Sultan Alparslan’a Ebu’l Feth, yani ‟Fethin Babası” unvanını vermiştir. Şehir ve kale fethedildikten sonra buraya bir cami yaptıran, emir atayan ve bir miktar asker bırakan Sultan Alparslan, seferi sonlandırarak Selçuklu başkentine döndü.

Türkiye Selçuklu Devleti’nin Kurucusu: Süleyman Şah

    Kutalmışoğlu Süleyman Şah Selçuk Bey’in oğlu Arslan Yabgu’nun torunudur. Babası Kutalmış Bey’dir (Selçuk Bey’in torunu). Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın babası Kutalmış, Selçuk Sultanı Tuğrul Bey ile Çağrı Bey’in amcaoğluydu. Kutalmış önce Tuğrul Bey’e karşı isyan etmiş; sonra Büyük Selçuklu Sultanlığı tahtına geçen Alparslan’ın sultanlığını kabul etmemiş ve onun ile başarısız bir çatışmaya girişmişti. Kutalmış 1064’de ölünce (Süleyman Şah dâhil) dört oğlu o zamanlar Büyük Selçuk Sultanlığı sınırları dışında kalan fakat göçebe Türkmen boylarının yerleşmeye başladıkları bir bölge olan Anadolu’da Toros Dağları yöresine kaçmışlar ve Anadolu’ya yeni gelip yerleşen Türkmen boyları arasında yaşamaya başlamışlardır. Burada da Alparslan’ın devamlı baskısı altında kalmışlar ve Alparslan’ın zaman zaman akıncı birlikleri göndererek tahtını tehdit edebilecek olan kardeşleri bertaraf etmeye çalışmıştır. Dört kardeşten en son Süleyman Şah hayatta kalmıştır.

    Alparslan’ın 1071 Malazgirt Savaşı galibiyetinden sonra giderek daha çok sayıda Türkmen boyları Anadolu’ya girip yerleşmeye başlamış ve Süleyman Şah bu Türkmenlerin liderliğini ele geçirmeyi başarmıştır. 1073’de Kutalmışoğlu Süleyman Şah Büyük Selçuklu devleti hükümdarı Melikşah tarafından Büyük Selçuk Sultanlığı’na bağımlı Sultan-ı Rum (yani Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı) olarak tayin edilmiştir. Bizans sınırlarında idaresini kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Bizanslılarla bazen savaş yaparak bazen Bizans isyancılarına yardım ederek hükmü altındaki toprakların sınırlarını büyütmeyi başarmıştır. 1075’de Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu’da bulunan önemli şehirlerinden İznik (Nicaea) ile İzmit’i (Nicomedia) eline geçirmiş ve Güney Marmara bölgesine tamamen hâkim olmuştur. Ayrıca Çanakkale boğazından geçen gemilerden vergi almaya başlamıştır. 1077’de ülkesinin özerkliğini ilan edip İznik merkezli bağımsız bir devlet olarak Türkiye Selçuklu Devleti’ni kurmuştur.

    1078’de Süleyman Şah Bizans İmparatoru VII. Mikhail Dukas’la Bizans tahtını eline geçirmek üzere isyan eden Anatolikon Theması Vali-Generali Nikeforos Botaneiates’e karşı askerî yardım anlaşması yapmıştır. Fakat Süleyman Şah ordusu ile İznik ile Kütahya arasında Nikeforus Botaeiates ile karşılaşınca asi generalin sağladığı daha uygun şartlar nedeniyle taraf değiştirip Nikeforus Botaeiates’a askeri yardım sağlamış ve onun III. Nikeforos ismi ile Bizans İmparatoru olmasına önayak olmuştur. Bu yardım dolayısıyla Bizanslılar göçmen Türkmenlerin Anadolu’da da Boğaz kıyılarına kadar gelip yerleşmelerini kabul etmişlerdir.

1080’de ise Süleyman Şah bir diğer Bizans tahtına geçmek isteyen isyancıya (Nikeforos Melissenos’a) yardım eder. Türkiye Selçuklu Devleti’nin hızlı bir biçimde büyümesinden çekinen Bizans İmparatorluğu, (Balkanlardaki karışıklığın etkisiyle de) Türkiye Selçuklu Devleti ile bir antlaşma yapmış ve bu antlaşmaya göre Bizans, Türkiye Selçuklularına yıllık tazminat ödemeyi kabul etmiştir.

Süleyman Şah Bizans’la yaptığı bu antlaşma sonucu batı sınırını güvenceye aldı. Süleyman Şah’ın devletini kurması ve üst üste başarılar kazanması Anadolu’ya Türk gelişlerini hızlandırıyordu. Süleyman Şah Ermeniler üzerine bir sefer düzenlemek için Kilikyalılar üzerine sefer yaptı. Yakın akrabası ve veziri Ebu’l-Kasım’ı İznik’te idareci olarak bırakan Süleyman Şah, doğu sınırlarını genişletme planları ile 1084’de Çukurova’ya (Kilikya’ya ve belki de Suriye üzerine) bir sefere çıktı ve bu sefer sonucu Tarsus, Adana ve Antakya’yı devletinin sınırlarına kattı.

Fakat İran merkezli Büyük Selçuklu devletinin Suriye’de  (bir bakıma özerk) emiri olan Ebu Said Tajuldevla Tutuş (Tutuş, Melikşah’ın kardeşi ve Sultan Alpaslan’ın oğludur.) bu seferin kendi egemenliği altında olan Suriye üzerine yöneleceğini kuşkusuyla, Süleyman Şah’a karşı çıkmıştır. Her ikisi de Selçuk hanedanı olan bu iki taraf arasındaki askeri çekişmeye başkenti İsfahan’da bulunan Melikşah’ın bir bağlantısı olup olmadığı daha belgelenmemiştir; ama bazı tarihçiler Tutuş’un Melikşah emirleriyle hareket ettiğini bildirmektedirler. Gerçekten Süleyman Şah Antakya’yı ele geçirdikten sonra bütün Suriye’ye sahip olma amacıyla Halep’i kuşatmıştır. Kentin valisi olan İbn-i Huteyti, Tutuş’tan yardım istemiş; Tutuş yanına Selçuklular’ın yetenekli kumandanlarından Artuk Bey’i (Artuklu Beyliği’nin kurucusu) alarak 4 Haziran 1086 tarihinde Halep yakınlarında Ayn Seylem Savaşı’nda Süleyman Şah’la karşılaşmıştır. Süleyman Şah bu savaşta mağlup düşerek yaşamını kaybetmiştir. Süleyman Şah kısa süren hâkimiyeti döneminde Adana, Tarsus, Misis ve Avnazarba şehirlerini fethedilmiştir.

I. Kılıç Arslan Dönemi (1092-1107)

    Ebu’l-Kasım’ın ölümünden sonra kardeşi Ebu’l-Gazî İznik’i elinde tut­makta devam etti. Tam bu sıralarda da Sultan Melikşâh’ın vefat etmiş olması onu Emîr Bozan’ın tazyikinden kurtarmış oldu. Zira Bozan bütün kuvvetleri ile birlikte Büyük Selçuklu Devleti’nde meydana çıkan karışıklıklarda rol oy­namak üzere Suriye’ye yollanmıştı. İmparator Aleksios bu sefer Ebu’l-Gazî’yi hediyeler ve vaatlerle kandırıp onun İznik’i terk etmesini sağlamaya çalıştı. Ebu’l-Gazî ise belki de henüz ağabeyinin ölüm haberini almamış olduğu ci­hetle, İmparator’u oyalamakla yetinmişti. Ancak Sultan Melikşâh’ın ölümü, onun tutuklu olarak İsfahan’da tuttuğu Süleymân-şâh’ın oğullarının serbest kalmalarını sağladı. Süleymân-şâh’ın iki oğlu, Kılıç Arslan ve Kulan (veya Dâvud) Horasan’dan kaçarak veya başka bir rivayete göre serbest bırakılarak süratle Anadolu’ya ve sonra İznik’e geldiler. Onların İznik’e gelişlerini belki de 1093 yılı başına koymak gerekecektir. Çünkü bilindiği üzere Melik-şâh’ın hanımı Terken Hatun, küçük yaştaki oğlu Mahmûd’un, babasının tahtına çıkmasını sağlamak ümit ve arzusu ile Melikşâh’ın ölümünü bir süre halktan saklı tutmuştu. Böylece haberin İsfahan’a ulaşması ve Kılıç Arslan ile karde­şinin buradan hareketleri ve İznik’e varışları her halde uzunca bir müddet sürmüş olmalıdır.

     İznik’te bulunan Türkler, Selçuklu şehzadelerinin gelişini büyük bir se­vinçle karşıladılar. Ebu’l-Gazi’nin iktidarı hiç direnmeden Kılıç Arslan’a dev­rettiği anlaşılmaktadır. Kılıç Arslan bu suretle babası Süleymân-şâh’a halef oluyor, tabiatıyla babasının benimsemiş olduğu “Sultan” ünvanını da alıyordu. Ancak Anadolu henüz birliğe ulaşmış bir sultanlık olmaktan çok uzak idi. Kılıç Arslan’ın hâkimiyet sahası ancak İznik ve civarını kapsar görünmektedir. İzmit, Ebu’l-Kasım zamanında elden çıkmıştı. İzmit körfezi sahilleri ise boydan boya Bizanslıların elinde idi. İzmir ve çevresinde başka bir Türk beyi, Çaka hâkimdi. Öte taraftan Danişmendliler, Mengücükler ve Saltuklular gibi Türk beylikleri Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde hüküm sürüyorlardı. Dikkatle bakılacak olursa Kılıç Arslan’ın Anadolu’daki mevkii bir ölçüde kendisinden iki yüz yıl sonraki Osmanoğulları’nın durumuna çok benzemektedir. Osmanoğulları’nın yapmış oldukları gibi o ve onun ahfadı Anadolu birliğini İznik, Bursa, Bilecik, Eskişehir ve civanndan hareket ederek gerçekleştirilmişlerdir.

    I.Kılıç Arslan’ın Türkiye Selçuklu tahtına çıkarak “Sultan” ünvanı al­dıktan sonraki ilk işi devleti yeniden teşkilatlandırmak olmuştu. Ayrıca Çaka Bey’in kızı ile evlenmesi, bu iki Türk hükümdarı arasında bir dostluk kurul­masına sebep oldu. Bu dostluk semeresini vermekte gecikmedi, Kılıç Arslan Marmara sahillerine yerleşmeye çalışan Bizanslıları oradan çıkarttı. Öte ta­raftan Çaka Bey, Çanakkale’ye doğru ilerlemiş ve Abydos (Çanakkale’ye 8 ki­lometre mesafede)’u muhasara etmişti. Onun bu hareketiyle İstanbul yolu tehlikeye düşmüş oluyor, İmparator Aleksios bu tehlikeden kurtulabilmek için I. Kılıç Arslan’ı kendisine müttefik yapmaya çalışıyordu. Nitekim o bu arzusunda başarılı olmuştu. I. Kılıç. Arslan kendi hâkimiyet sahası içinde Çaka’nın beyliğinin genişlemesini iyi karşılamamış ve harekete geçmişti. İki taraftan sıkışan Çaka Bey bu durumdan kurtulmak için Kılıç Arslan’ın ya­nma gitti ise de, bir netice elde edemediği gibi damadı tarafından ortadan kaldırıldı. Kılıç Arslan ise Bizans ile yaptığı bu ittifak sayesinde doğuda geniş­leme imkânı buluyordu. İlk önce 1095’te Malatya üzerine yürüdü, bu şehir Gabriel adında bir Ermeni’nin idaresinde idi. Kılıç Arslan iyi tahkim edilmiş olan bu şehri şiddetle muhasara etti. Fakat bu sırada Avrupa’dan harekete geçmiş olan Haçlı orduları Türkiye Selçuklularının başkenti İznik’e, kadar ulaşmıştı. Sultan Kılıç Arslan bu bakımdan süratle geri döndü ise de, Haçlıla­rın kuşattığı İznik’e giremediği gibi, büyük ve muntazam Haçlı ordusuyla gi­riştiği savaşta da başarılı olamamıştı. Neticede İznik’e müdafaa eden Türkler Bizanslılar ile anlaşarak şehri onlara teslim ettiler (19 Haziran 1097). Öte ta­raftan Kılıç Arslan Anadolu’ya çekilmiş, öteki Türk beylerinden Danişmendli Gümüş Tegin (Emir Danişmend) ve Kayseri (Kapadokya) hâkimi Haşan Bey ile birleşerek ilerleyen Haçlı ordusuna karşı harekete geçmişti. Bu müttefik Türk ordusu Eskişehir (Dorylaeum) önünde Haçlı ordusu ile karşılaştı. Birkaç gün sürdüğü anlaşılan bu savaşta iki taraf kahramanca mücadele etmiş, ne­ticede Türkler üstün sayıdaki düşman karşısından çekilmek zorunda kalmış­lardı (1 Temmuz 1097). Sultan Kılıç Arslan bundan sonra bir çeşit çete savaşı yaparak düşmanı yıpratmak niyetinde idi. Nitekim bu çekiliş sırasında Türk­ler yol boyunca içecek ve yiyecek maddelerini yok ederek, bir ölçüde Haçlıları açlığa mahkûm ediyorlardı. Buna rağmen Haçlı ordusu Konya’ya kadar iler­ledi ve buradan sonra Ereğli’de ikiye ayrılarak yoluna devam etti. Bu sırada Anadolu’nun durumu yeniden değişiyor, Bizanslılar Türklerin elindeki Batı Anadolu’nun sahik bölgelerini İzmir, Efes, Sardes ve Eski Lydia’nın öteki bir­çok şehrini işgal ediyorlardı. Öte taraftan Türklerin gelişiyle Toroslara sığman Ermeniler de yavaş yavaş sahillere ve ovalara inmeye başlamışlardı.

    Bu Haçlı seferi fırtınasının geçmesinden sonra Anadolu Türkleri tekrar toparlandılar. Sultan I. Kılıç Arslan ise Konya’ya yerleşerek burayı Selçuklu Devleti’nin başkenti yaptı. Bu sırada Haçlılara karşı Danişmendliler de başa­rılı savaşlar veriyorlardı. Nitekim Danişmendli ordusu 1100 yılında bir Haçlı ordusunu Malatya civarında mağlup ve Bohemund’u esir etti. Türklerin bu za­ferinden sonra 1101 yılı Haçlı seferlerini oluşturan Haçlı orduları Anadolu’ya girdi. Sultan Kılıç Arslan ve Danişmend Gazi Bohemund’u kurtarmak için Niksar’a doğru ilerleyen Haçlı ordusunun birinci grubunu Merzifon’da 1101 yılında imha ettiler. Yine aynı yıl içinde peşpeşe iki Haçlı ordusu da Sultan Kılıç Arslan ve Danişmendliler tarafından Konya Ereğlisi’nde büyük bir kıs­miyle ortadan kaldırıldılar. Böylece Anadolu Türkleri eski güvenlerine ka­vuşmuş oldular. Öte taraftan Haçlıların kendisi için bir tehlike teşkil ettiğini gören imparator Aleksios, Sultan Kılıç Arslan ile onlara karşı bir ittifak yaptı. Bu sırada Danişmend Gazi de boş durmuyor ve Malatya’yı fethediyordu (18 Eylül 1101). Sultan I. Kılıç Arslan ise 1103 yılında bir sefere çıktı, buna sebep aynı dinden olmalarına rağmen Ermenilerin Haçlılardan şikâyet etmeleri idi. I. Kılıç Arslan Elbistan’ı ve Maraş’ı Haçlıların elinden kurtardı. Danişmend Gazi’nin elinde tutsak olan Haçlı reislerini (Bohemund, Richard gibi) fidye karşılığı serbest bırakması, bu paranın yarısını isteyen I. Kılıç Arslan ile ara­larının açılmasına sebep oldu. Aslında sultan daha önce onun Malatya’yı ele geçirmesine kızmıştı, fidye olayı belki de görünürdeki bir sebep idi. Neticede sultan, Danişmend Gazi’nin üzerine yürüyerek onu mağlup etti (1103). Çok geçmeden Danişmend Gazi’nin 1105’te ölmesi, Sultana Malatya’yı ele geçir­mek fırsatım verdi. Aynı yıl içinde sultan Malatya’yı kuşatmış, Danişmend Gazi’nin oğlu Yağı-basan mukavemet edemeyerek şehri teslim etmişti. Böylece Anadolu Beyliklerinin en kudretlilerinden biri olan Danişmendlilerin durumu sarsılmıştı. Sultan öteki beylikleri de kendine tabi kılmak istedi ve bunda da bir ölçüde başarılı oldu (Söz gelişi; Dilmaçoğulları, înaloğullan gibi). Ancak Saltuklular ve Sökmenliler (Ahlat-şâhlar) Büyük Selçuklulara tabi olarak kalmışlardı. Sultan Kılıç Arslan’ın bu genişleme siyaseti neticesinde Büyük Selçukluların hâkimiyet sahasına komşu olması, hanedanın bu iki ko­lunun çatışmasını beklenir hâle getirmişti. Nitekim çok geçmeden böyle bir olay vuku buldu. Musul’a hâkim olmak meselesi; Sultan Kılıç Arslan ile Büyük Selçuklu emirlerinden Çavlı’yı karşı karşıya getirdi. İlk etapta Kılıç Arslan üs­tündü ve 22 Mart 1107’de Musul’a girdi. Emir Çavlı ise mücadeleyi bırakma­mıştı, büyük bir ordu toplayarak harekete geçti. İki taraf Hâbur Nehri kenarında karşılaştı. Sultan I. Kılıç Arslan kahramanca dövüşmüş, ancak mağlup olacağını anladığı zaman atıyla Hâbur Nehri’ni geçerek kurtulmak istemişti. Fakat kendisine ve atma ait zırhların ağırlığı ona bu şansı tanımamış ve ne­hirde boğulmuştu (3 Haziran 1107). Emir Çavlı onun oğlu Şahinşâh’ı yakala­yıp, Sultan Muhammed Tapar’a gönderdi. Böylece Türkiye Selçukluları tahtı kısa bir süre için tekrar boş kaldı. Kılıç Arslan’ın Şahinşâh’tan başka Mes’ûd, Arap ve Tuğrul Arslan adlarında üç oğlu daha vardı (Muhtemelen bir de Gök- Arslan).

     Sultan I. Kılıç Arslan’ın ölümünden sonra eşi beraberinde küçük oğlu Tuğrul Arslan olduğu halde Malatya’ya gelmiş ve burada Tuğrul Arslan’ın sul­tanlığı ilan edilmişti. Öte taraftan Bizanslılar Türkiye Selçuklu sultanlığının bu zayıf durumundan faydalanarak Türkleri oturdukları yerlerden uzaklaş­tırmaya başladılar. Bu özellikle sahil bölgelerinde kendisini göstermiş Türkler, Bizans saldırısı karşısında ağır kayıplar vererek Orta Anadolu’ya çekilmişler­di. Bizanslılara bu devrede Kayseri (Kapadokya) emîri Haşan karşı koymaya çalışmıştı.

Şahinşâh’ın Saltanatı (1110-1116)

     Bir süre sonra Konya Selçuklu tahtında Şahinşâh’ın oturduğunu görü­yoruz (1110). Onun Anadolu’ya dönüşü ile ilgili iki rivayet vardır. Birincisi­ne göre, Büyük Selçuklu sultanı Muhammed Tapar Anadolu’nun kötüye gi­den durumunu görerek Şahinşâh’ı ülkesine göndermiş, İkincisine göre ise Şahinşâh kendisi kaçmıştı. Şahinşâh’ın Konya’ya geldikten sonra belki de ilk işi, kendisine rakip gördüğü Haşan Bey’i ortadan kaldırmak olmuştu. Daha sonra Selçuklu sultanı, İmparator Aleksios ile mücadeleye girişti ve özellik­le 1113 yılında bazı başarılı sonuçlar aldı. Bu Türk saldırılan sırasında Emîr Monoluğ ve Muhammed adlarındaki beyler temayüz ettiler. Nihayet Afyon (Ampous) civarında Şahinşâh ile Aleksios arasında bir anlaşma imzalandı, özellikle Sultan’ın Bizans’a barış teklif etmesi bu sırada kardeşi Mes’ûd’un isyanı ile ilgili olmalıdır.

     Mes’ûd kayınpederi Danişmendli Emîr Gazi (1105-1134) ile birleşerek taht mücadelesine girişmişti. Sultan Şahinşâh süratle bu isyanı bastırmak üzere geri dönmüş, ancak adamlarının ihaneti sebebiyle bir baskın sonucu Mes’ûd’un önünden kaçmak zorunda kalmıştı. O Bizans İmparatoru’nun yanına giderken Akşehir civarında Mes’ûd’un adamları­nın eline esir düşmüş ve gözleri kör edilmişti (1116). Mes’ud buna rağmen Şahinşâh’tan çekinmiş ve onu eski Türk âdeti gereğince kanı akıtılmaksızın, yayının kirişiyle, boğdurmuştu. Rivayete göre Şahinşâh öldüğünde yirmi bir yaşında idi(1118). Onun özellikle gençliğin verdiği bir umursamazlıkla devleti idare ettiği ve tecrübeli kumandanlara yeterli ölçüde değer vermediği ve kendine fazla güvendiği anlaşılıyor.

I.Mesud Dönemi (1116-1155)

     Sultan I. Kılıcarslan’ın en büyük oğlu Melikşah (Şâhinşah), babasının Habur çayında boğulması üzerine (500/1107) tahta oturmak için Konya’ya gelirken beraberinde getirdiği üvey kardeşi Mesud’u ve diğer kardeşi Arab’ı hapse koymuştu. Melikşah cesur ve hareketli bir genç olduğundan askerinin sayıca az, silâhça yetersiz olmasına bakmadan hemen Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos ile mücadeleye girişti. 510 (1116) yılında imparatorla yaptığı savaştan sonra beyleriyle beraber Afyonkarahisar yakınında bulunan ordugâhına geldi. Burada Aleksios Komnenos ile barış antlaşması imzaladı ve Bizans imparatoru Selçuklu sultanına çok miktarda para verdi. İmparator, Mesud’un tahta geçmek için ağabeyini ele geçirmek istediğini haber alınca sultana ordugâhta kalmasını tavsiye etti. Melikşah’ın buna yanaşmaması üzerine Aleksios Komnenos, Konya’ya kadar bir Bizans askerî birliğinin refakatinde gitmesini söyledi. Fakat Selçuklu hükümdarı bunu da reddederek Bizans ordugâhından ayrıldı. Melikşah’ın imparatorun tavsiyelerini kabul etmemesi, Mesud’un sultan olmak için harekete geçtiğine inanmadığı ihtimalini ortaya koyar. Süryânî Mikhail, Melikşah’ın bir emîrinin ona isyan ederek Mesud’u hapisten çıkarıp Dânişmendli Emîr Gazi’nin yanına götürdüğünü ve Mesud’un burada sultan ilân edildiğini kaydeder (Chronique de Michel, III, 195). Melikşah, Konya istikametinde ihtiyat tedbiri almadan yola çıkmakla beraber yağmacı toplulukların olup olmadığını anlamak için keşif müfrezeleri gönderdi. Yolda Mesud’la karşılaşıp onun saflarına katılan müfrezeler geri dönerek sultana yolun tehlikesiz olduğunu bildirdiler. Bunun üzerine yoluna devam eden Melikşah, Mesud’un askerleriyle karşılaşınca geri dönüp kaçmaya başladı. Fakat daha önce Mesud’a katılmış olan Poukheas adlı bir emîr, Melikşah’ın sadık bir taraftarı gibi görünerek ona imparatorun yanına değil Akşehir’e çok yakın olan Tyragion kasabasına gitmesini tavsiye etti, sultan da onun dediğini yaptı. Kasabanın hıristiyan halkı Melikşah’ı güler yüzle karşıladıysa da çok geçmeden Mesud şehri kuşattı ve Rumlar Melikşah’ı Mesud’a teslim etmek zorunda kaldılar. Mesud ağabeyinin gözlerine mil çektirdi ve ardından Konya’ya götürüp hapsetti (510/1116). Ancak gözlerinin tam kör olmadığı anlaşılınca öldürüldü (511/1117).

    Dânişmendli Emîr Gazi, Mesud’un sultan olmasında oynadığı mühim rolden sonra onu kendine bağlamıştı. Mesud kayınpederi Gazi’nin ölümüne kadar ona olan bağlılığını sürdürdü. Haçlılar karşısında kazandığı başarılarla temayüz eden Artuklu Belek b. Behrâm’ın ölümü üzerine (518/1124) Emîr Gazi Malatya’yı ele geçirmek için seferber oldu ve Mesud ile ittifak yaptı. Ancak Malatya’yı bir ay kuşattılarsa da alamadılar. Şehri altı ay daha savunan I. Kılıcarslan’ın hanımı Ayşe Hatun ile oğlu Tuğrul Arslan şehri Dânişmendliler’e teslim edip Minşar Kalesi’ne çekildiler (1 Zilkade 518 / 10 Aralık 1124).

    Ankara ve Kastamonu meliki olan Mesud’un diğer kardeşi Melik Arab, Selçuklular’a ait Malatya’nın Dânişmendli Emîr Gazi’nin eline geçmesine ve kardeşinin de buna yardım etmesine çok öfkelendi. Bu yüzden 30.000 kişilik bir ordu ile Sultan Mesud’un üzerine yürüdü. Mağlûp olan Mesud yardım istemek için Bizans’a gitti. Melik Arab da Konya’yı kuşattı. Mesud’un gelişine sevinen II. Ioannes çok miktarda para ve asker vererek onu ülkesine gönderdi. Mesud Emîr Gazi’nin yanına gitti. İkisi birlikte Melik Arab’ın üzerine yürüyerek onu yendiler ve Ermeni hâkimi I. Toros’un yanına gitmeye mecbur ettiler (520/1126). Emîr Gazi ve Mesud 521’de (1127) Ankara’yı Melik Arab’dan aldılar. Daha sonra mücadeleden vazgeçen Melik Arab 522 (1128) veya 523’te (1129) öldü. 524 (1130) yılında Emîr Gazi ile Sultan Mesud ve Bizans imparatorunun kardeşi Isaakios Malatya’da toplanıp kışı orada geçirdiler. Mikhael’e göre ertesi yıl Sultan Mesud, Sozopolis’e (Uluborlu) kadar sokulmuştu. Fakat askerleri açlıktan dolayı hiçbir şey yapamayınca şehri alamamış ve kırsal kesimi yağmalayıp Konya’ya dönmüştü. Aynı yıl Emîr Gazi, Sultan Mesud’u da yanına alarak Karadeniz’in kıyı bölgesini ele geçirdi. 1132’de İmparator Ioannes, Bitinya ve Paflagonya’dan yürüyüp Kastamonu’ya geldi, şehri kuşatıp ele geçirdi ve esir aldığı Türkler’le birlikte İstanbul’a döndü. Ancak er-tesi yıl Emîr Gazi Kastamonu’yu muhasara edince çok geçmeden açlık baş gösterdi ve halk şehrin kapılarını ona açtı (527/1133).

    Emîr Gazi 528 (1134) yılında vefat etti; ölümünde Fırat’tan Sakarya boylarına kadar uzanan Anadolu’nun büyük bir kesimi idaresi altında bulunuyordu. Mesud’a tahtı temin etmesi karşılığında onu kendine bağladığı gibi Selçuklular’dan Malatya, Kayseri, Çankırı, Ankara ve Kastamonu yörelerini de alıp ülkesine katmıştı. Bu durumda Selçuklu ülkesi Konya, Niğde, Afyonkarahisar, Aksaray yörelerine münhasır kalmıştı. Emîr Gazi’nin ölümünden sonra en büyük oğlu ve halefi Muhammed ile Sultan Mesud arasında veraset meselesi yüzünden ihtilâf çıktı. Bunu öğrenen İmparator Ioannes, Sultan Mesud ile bir dostluk antlaşması imzaladı, arkasından Dânişmendoğlu’nun üzerine yürürken Sultan Mesud’un da savaşa katılmasını istedi. Selçuklu hükümdarı da bir askerî kuvvet yolladı. İmparator bu destekle birlikte Çankırı’yı kuşattı. Muhasara devam ederken Melik Muhammed bazı tâvizlerde bulunarak Sultan Mesud’la ittifak yapınca Selçuklu askerî birliği imparatorun ordusundan ayrıldı. Bunun üzerine kuşatmayı kaldıran imparator kışı geçirmek için Orhaneli’ne çekildi. Baharda Kastamonu’ya hareket ederek burayı barış yoluyla aldı; bir müddet muhasara ettiği Çankırı’yı da ele geçirip muhafızlar bıraktıktan sonra İstanbul’a döndü (1135). Fakat çok geçmeden Türkler her iki şehri de geri aldılar.

    İmparator Ioannes 1137’de Kilikya’ya sefere çıkmış, oradan da Suriye’ye inmişti. Burada Şeyzer şehrini kuşattığı sırada Sultan Mesud muhtemelen imparatorun geri dönmesini sağlamak için Bizans topraklarına saldırıp yağmaladıktan ve çok sayıda esir aldıktan sonra ülkesine döndü. Bunu haber alan imparator Suriye’den Kilikya’ya geldi ve sultanla barış antlaşması yaparak İstanbul’a gitti. Sultan Mesud’un Antalya yöresine akınlar düzenleyip birçok ganimet ve esir ele geçirmesi üzerine imparator 1142 yılının baharında Antalya’ya geldi; şehirde bir müddet kalıp asayişi sağladıktan sonra Beyşehir taraflarına gitti. Ioannes’in buradan Konya’ya yürüyeceği zannını vererek Türkler’i korkutmak istediği anlaşılmaktadır. Ancak Kilikya’ya geçen İmparator Ioannes Nisan 1143’te öldü ve yerine oğlu Manuel Komnenos geçti.

    Dânişmendli Melik Muhammed 537’de (1142) vefat edince hânedan mensupları arasında saltanat mücadelesi başladı ve Dânişmendli Devleti birinin merkezi Kayseri, birinin Sivas, birinin de Malatya olan üç kısma ayrıldı. Böylece Anadolu’da Sultan Mesud için uygun bir durum meydana geldi. Mesud, Kayseri meliki ve damadı Zünnûn’u himaye ettiği için Zünnûn’un amcaları Malatya Meliki Aynüddevle ile Sivas Meliki Yağıbasan Zünnûn’a karşı bir ittifak oluşturdular. Yapılan savaşta Sultan Mesud, Sivas Meliki Yağıbasan’ı mağlûp ederek Sivas’a girdi ve küçük oğlu Şâhinşah’ı Ankara, Çankırı ve Kastamonu valiliğine getirdi, ardından Malatya’yı kuşattı (1 Zilhicce 537 / 17 Haziran 1143). Üç ay boyunca bir sonuç alamayınca 2 Rebîülevvel 538’de (14 Eylül 1143) kuşatmayı kaldırarak Konya’ya döndü.

    Sultan Mesud, 539 (1144) yılında Malatya Meliki Aynüddevle’ye karşı yürüyüp Elbistan yöresini eline geçirdi ve buranın idaresini oğlu Kılıcarslan’a verdi. Bu sırada Artuklu Hükümdarı Dâvud’un ölümü üzerine oğullarından Arslan Doğmuş, Atabeg İmâdüddin Zengî’nin yardımıyla babasının yerine geçmek isteyince diğer oğlu Fahreddin Karaarslan Sultan Mesud’un yanına gelmişti. Sultan Mesud’un 20.000 atlı vermesi sonucunda Fahreddin Karaarslan Harput hükümdarı oldu. Mesud aynı yıl Malatya’yı kuşattıysa da Bizans imparatorunun Selçuklu ülkesine yürüdüğünü haber alınca kuşatmayı kaldırıp ona karşı gitti. İmparator Manuel Komnenos, Selçuklu-Bizans sınırındaki Bizans’a ait Prakana Kalesi’ni aldığı için Sultan Mesud’a mektup yazarak Konya üzerine yürüdüğünü bildirmişti. Akşehir’de Selçuklu öncü kuvvetiyle karşılaşan Bizans ordusu bir süre sonra Konya önlerinde göründü (1146). Bizans ordusu kalabalık olduğu gibi zırhlı birliklere de sahipti. İki taraf arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Bizans ordusuna pusu ve baskınlarla büyük kayıplar verdirildi; bu sırada Rumlar’dan 20.000 kişinin öldürüldüğü rivayet edilir. İmparator, Sultan Mesud’a doğudan yardım kuvvetlerinin gelmesinden kaygılandığı gibi Avrupa’dan da Haçlı ordularının gelmekte olduğunu haber almıştı. Bu sebeple geri dönmeye karar verdi. Selçuklu kuvvetleri Bizans ordusunu Büyük Menderes kıyılarına kadar takip etti. Bizans tarihçisi Kinnamos sultanın barış istediğini ve Prakana’yı vererek barış yapıldığını yazar.

    1144 yılında Urfa Kontluğu’nun İmâdüddin Zengî tarafından ortadan kaldırılması Avrupa’da derin bir üzüntü ve heyecan yarattı. Bu olay diğer Haçlı devletlerinin varlığını da tehlikeye düşürmüştü. Bu sebeple Alman Kralı III. Konrad ve Fransa Kralı VII. Saint Louis ordularıyla İstanbul’a geldiler. İstanbul’dan ayrılan Konrad, Dorylaion (Eskişehir) yöresinde Türk ordusuyla karşılaştı. Yapılan savaşta Alman ordusu ağır bir yenilgiye uğradı (26 Ekim 1147). Sultan Mesud bu zaferle babası I. Kılıcarslan’ın 18 Receb 490’da (1 Temmuz 1097) Eskişehir’de uğradığı yenilginin intikamını almış oldu. Alman ordusundan az bir kısmı İznik’e kaçabilmiş ve Türkler’in eline zengin bir ganimet geçmişti. İznik’te karşılaştığı Konrad’dan felâket haberini alan Fransa Kralı Saint Louis, Eskişehir-Konya yolunu bırakıp Balıkesir-Bergama, Efes-Laodikeia (Denizli) ve Antalya gibi Türk hâkimiyeti dışındaki yollardan gitmeyi tercih etti. Franklar yol boyunca ağır kayıplar vererek Antalya’ya ulaşabildiler. Buradan gemilerle Suriye’ye gittiler.

    Sultan Mesud, Elbistan hâkimi olan oğlu Kılıcarslan ile birlikte Tel Bâşir hâkimi II. Joscelin’in elinde bulunan Maraş üzerine yürüyerek şehri kolayca zaptetti (544/1149). Şehirden serbestçe çıkıp gitme izni alan Haçlılar Antakya’ya giderken Türkler tarafından yok edildi. Sultan Mesud bundan sonra Tel Bâşir’i kuşattı ve Kont II. Joscelin’in Mesud’u metbû tanıması şartıyla barış yapıldı. II. Joscelin bir süre sonra karşılaştığı Halep Hükümdarı Nûreddin Mahmud Zengî’yi yendiyse de Nûreddin Mahmud Türkmenler’in yardımıyla onu yakalayıp hapse koydu (Muharrem 545 / Mayıs 1150). Bu sırada Sultan Mesud da Keysûn üzerine yürümüş, halk savaşmadan şehri ona teslim etmişti. Ardından çok müstahkem olan Behisni’yi, Ra‘bân Kalesi’ni ve Merzban’ı kolayca ele geçiren Selçuklu hükümdarı, damadı olan Halep Hükümdarı Nûreddin Mahmud’un desteğiyle Tel Bâşir’i kuşattıysa da Joscelin’in karısı Beatrice ile oğlu III. Joscelin tarafından savunulan şehri alamadı. Sultan Mesud fethettiği yerlerin idaresini oğlu Kılıcarslan’a bırakıp ülkesine döndü. 546 (1151) yılında Nûreddin Mahmud Tel Bâşir’i eline geçirirken Sultan Mesud da Ayıntab’ı ülkesine kattı.

    547’de (1152) Malatya hâkimi Dânişmendli Aynüddevle öldü ve yerine oğlu Zülkarneyn geçti. Sivas, Niksar, Tokat ve Amasya Hükümdarı Yağıbasan yeğenine Sultan Mesud’a baş eğmemesini söylemişti. Sultan Mesud bunu duyunca öfkelenerek Yağıbasan’ın üzerine yürüdü. Selçuklu hükümdarına karşı koyamayacağını anlayan Yağıbasan itaat göstererek yeğenine yardım etmeyeceğine dair Mesud’a söz verdi. Mesud 19 Rebîülâhir 547’de (24 Temmuz 1152) Malatya’yı kuşatmak için yola çıktı; şehrin çevresini yağmalayıp tahrip ettirdi. Zülkarneyn, annesiyle birlikte sultanın huzuruna çıkıp bağışlanmalarını rica edince sultan onları affetti. Zülkarneyn de Sultan Mesud’u metbû tanıyacaktı.

    Kilikya Ermeni hâkimi Toros bölgedeki Bizans’a ait şehirleri tamamen ele geçirmişti. Bizans İmparatoru Manuel, Toros’un Kilikya’daki Bizans varlığına son vermesine kızarak Sultan Mesud’u Kilikya’ya yürümeye teşvik etmiş ve bunun için Selçuklu hükümdarına para göndermişti. Esasen Sultan Mesud da Türk sınırlarını ihlâl ettiğinden Toros’a karşılık vermek istiyordu. Sultan, 548 (1153) yılı baharında Dânişmendli Yağıbasan’ı da yanına alarak Kilikya üzerine yürüdü. Ancak Ermeniler Toros geçitlerini savundukları için sultanın Kilikya’ya girmesi mümkün olmadı ve ülkesine dönmek zorunda kaldı. Sultanın dönüşünden az sonra Kilikya’ya girmiş olan bir Bizans ordusu da Tarsus kapılarında Ermeni kuvvetleri tarafından mağlûp edildi. Sultan Mesud ertesi yıl yeniden Kilikya’ya yürüdü ve bu defa güçlük çekmeden şehre girdi. Misis ve Aynizerbâ’dan (Anazarba) sonra Tel Hamdûn’a (şimdiki Toprakkale) kadar ilerledi. Oradan Kılıcarslan’a bağlı emîrlerden Yâkub Bey’i 3000 kişilik bir kuvvetle Antakya yöresine akına gönderdi. Fakat Yâkub Bey ve askerleri, Haçlı Templier şövalyeleriyle Toros’un kardeşinin kumandasındaki Ermeni askerleri tarafından pusuya düşürüldü ve büyük bir kısmı şehid edildi.

    Kilikya seferinden döndükten sonra hastalanan Sultan Mesud’un, öleceğini anlayınca Elbistan Meliki olan oğlu Kılıcarslan’ı Konya’ya çağırıp tahta oturttuğu ve başına tacını koyup ona biat ettiği kaydedilir. Ardından da vefat etti (550/1155). 551’de (1156) öldüğü de rivayet edilir. Cenazesi Alâeddin Camii avlusundaki türbede defnedildi. Mesud’un türbesinin Amasya yakınında olduğu söylenirse de bu doğru değildir. Sultan Mesud çok akıllı, adaletli, tedbirli, ileri görüşlü ve dindar bir hükümdardı. Rüknü’l-İslâm ve’l-müslimîn (Rüknüddin), Muizzü’d-dünyâ ve’d-dîn lakaplarıyla da anılan Sultan Mesud’un Kılıcarslan, Melikşah ve Dolat (Devlet) adlı üç oğlu, Halep Hükümdarı Nûreddin Mahmud Zengî, Dânişmendli Zünnûn, Dânişmendli Yağıbasan ve Bizans imparatorunun müslüman olan yeğeni Ioannes ile evli olan dört kızı vardı. Emîr Gazi’nin ölümüyle Dânişmendli hâkimiyetinden kurtulan Mesud, Melik Muhammed’in ölümünden sonra da üç Dânişmendli beyinin metbûu olmuştur. Mesud devrinde önemli bir Türkmen kümesinin Orta Asya veya Azerbaycan’dan gelerek ülkesinde yurt tutmuş ve onun başarılarında önemli bir rol oynamış olması pek muhtemeldir.

    Sultan Mesud Konya’da pek az oturduğu için burada günümüze kadar gelen bir yâdigâr bırakmamıştır. Otuz dokuz yıllık hükümdarlığı esnasında iç kale ile oradaki saray ve camiyi inşa ettirmiştir. Bu cami o dönemin Anadolu’daki ulucamileri üslûbunda yani kubbesiz, tavanı düz ve çok sütunlu olarak yapılmıştı. Alâeddin Camii’nin inşasına Sultan I. Mesud zamanında başlanmış, ancak I. Alâeddin Keykubad devrinde tamamlandığı için onun adını almıştır. Sultan ayrıca Aksaray’da bir cami ile Amasya yakınlarında Simre adlı bir şehir tesis ettirmiştir. Anadolu Selçukluları’ndan günümüze intikal eden en eski tarihli sikke Sultan Mesud’a aittir. Tarih ve darp yeri bulunmayan bu bakır sikkeler (mangır) üzerinde “es-Sultânü’l-muazzam Mes‘ûd b. Kılıcarslan” yazılıdır. Anadolu’ya Sultan Mesud zamanına gelinceye kadar “Romania” (Romalılar ülkesi) deniliyordu. Onun devrinde Batılılar Anadolu’yu “Turchia” (Türkiye) adıyla anmaya başlamıştır. Ermeniler’in de Anadolu’nun Türkler’in hâkimiyetinde bulunan büyük kesimine “Türkistan” adını verdikleri görülür.

II. Kılıçarslan Dönemi (1155-1192)

     Sultan I. Mesud’un büyük oğludur. Babası Elbistan’ı fethedince buraya veliahdı Kılıcarslan’ı melik tayin etti (539/1144). Keysûn (Göksun) ve Maraş’a akınlar düzenleyen (541/1147) Kılıcarslan, Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos’un saldırıları ve II. Haçlı Seferi’nin başlaması sebebiyle başarıya ulaşamadı. Ardından babasının Artuklular ve Zengîler’le birlikte Kuzey Suriye’deki Haçlılar üzerine düzenlediği sefere katıldı ve Maraş’ın Haçlılar’dan alındığı seferde hazır bulundu (544/1149). Bir yıl sonra onun da katıldığı sefer sonunda Keysûn, Behisni ve Ra‘bân ele geçirildi. Ayıntab (Antep) ve Tel Bâşir’in kuzeyindeki yeni fethedilen yerleri de Kılıcarslan’ın idaresine bırakan Sultan Mesud, Rebîülevvel 550’de (Mayıs 1155) öleceğini hissedince ülkeyi üç oğlu arasında taksim etti. Kılıcarslan’ı Konya’da sultan ilân edip tahta çıkardı (İbnü’l-Kalânisî, Kılıcarslan’dan Şâban 550’de [Ekim 1155] Konya sultanı olarak bahseder; bk. Târîħu Dımaşķ, s. 511) ve başına taç koyup önünde eğildi (Urfalı Mateos Vekayinâmesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, s. 312). Küçük oğlu Şâhin Şah’a Ankara, Çankırı ve Kastamonu’yu, damadı Dânişmendli Yağıbasan’a (Yâkub Arslan) Sivas ve çevresini, diğer damadı Dânişmendli Zünnûn’a Kayseri ve civarını verip Sultan Kılıcarslan’a itaat etmelerini sağladı. Ortanca oğlu Devlet’e ise (Dolat) hangi şehirlerin bırakıldığına dair bilgi yoktur.

    Sultan Mesud’un ölümünün ardından kardeşler arasında anlaşmazlık çıktı. Devlet yakalanarak bertaraf edildi. Şâhin Şah Ankara ve Çankırı taraflarına kaçtı. Yağıbasan, yeğeni Kayseri hâkimi Zünnûn, Şâhin Şah ve diğer Dânişmendli emîrleri Kılıcarslan’a karşı ittifak oluşturdular. Bizans İmparatoru Manuel de onları destekledi (Khoniates, s. 80-81). Yağıbasan, Kayseri’yi ele geçirip şehirde yaşayan çok sayıda hıristiyanı kendi hâkimiyet bölgesine sevketti. Bunun üzerine Kılıcarslan Yağıbasan’a karşı yürüdüyse de din adamları araya girip savaşı önlediler. Bir süre sonra Yağıbasan bu defa Elbistan’a saldırıp 70.000 kişiyi kendi ülkesine götürünce Kılıcarslan ikinci defa harekete geçti. İki ordu savaşa hazırlanırken din adamları yine araya girerek taraflar arasında bir antlaşma imzalanmasını sağladılar. Antlaşma Kılıcarslan lehine bazı maddeler içeriyorsa da sürgün edilen halkın iadesiyle ilgili bir hüküm yoktu. İbnü’l-Kalânisî, Kılıcarslan’ın Şâban 550’de (Ekim 1155) Aksaray yakınlarında Yağıbasan üzerine hücuma geçtiğini ve Dânişmendliler’i bozguna uğrattığını kaydederken muhtemelen bu olaydan bahsetmektedir (Târîħu Dımaşķ, s. 511).

    Kılıcarslan’ın Dânişmendliler’le mücadelesini fırsat bilen Atabeg Nûreddin Mahmud Zengî, Ramazan 550’de (Kasım 1155) Anadolu Selçukluları’nın hâkimiyetindeki Ayıntab ile Ra‘bân’ı ve diğer bazı şehir ve kaleleri ele geçirdi (a.g.e., s. 511). Ertesi yıl Kilikya Ermeni hâkimi II. Thoros’un kardeşi Stefan Maraş’ı yağmalayarak tahrip etti. Sultanın bölgeye hareketi üzerine Stefan, Maraş-Elbistan arasındaki Pertus Kalesi’ni Selçuklular’a bırakıp ilişkilerini düzeltti. Bu olayın ardından Atabeg Nûreddin’e bir mektup göndererek babasının belirlediği sınırlara tecavüz ettiğini söyledi ve ele geçirdiği toprakları geri vermesini istedi. Nûreddin’den olumlu cevap alamayınca Ermeniler, Haçlılar, Dânişmendli Zünnûn ve Nûreddin’in kardeşi Nusretüddin Emîr-i Mîrân ile ona karşı bir ittifak oluşturdu. Ayıntab’ı zaptedip Ra‘ban üzerine yürüdü. Bu sırada Kudüs kralı ile Antakya Prinkepsi Nûreddin’in topraklarına saldırınca Nûreddin işgal ettiği yerleri Kılıcarslan’a verip Halep’e çekildi (552/1157).

    Sultan Kılıcarslan’ın nüfuz ve itibarının giderek artması üzerine düşmanları rahatsız oldu ve ona karşı bir ittifak oluşturma çabasına girdi. İtalya’daki meselelerini halleden Bizans İmparatoru Manuel Komnenos Anadolu’ya yöneldi. Kılıcarslan’ın ele geçirdiği yerleri geri aldı ve 1158 yazında Kilikya’ya karşı bir sefer düzenlemeyi planladı (Kinnamos, s. 128-129). Aynı yılın sonbaharında Kilikya’ya hâkim olan Manuel, Nisan 1159’da Antakya’ya girip gücünü Ermeni ve Latinler’e de göstermiş oldu. Dönüş sırasında ana ordudan ayrılan birliklerine Lârende ve Kütahya’da Türkmenler saldırarak kayıplar verdirince bunun intikamını almaya karar veren imparator, ertesi yıl Kılıcarslan’a karşı ortak bir cephe oluşturduktan sonra sefere çıktı. Dorylaion’u (Eskişehir) zaptedip insan ve hayvanları sürüp götürdü. Bu sırada müttefiki Nûreddin Mahmud Zengî, Selçuklu topraklarına girerken Dânişmendli Yağıbasan da Elbistan’ı ele geçirdi. Manuel Suriye’deki Haçlılar’dan yardım istedi. Kendisi de ordusuyla Menderes ovasına indi. Ayrıca Yağıbasan ve sultanın kardeşi Melik Şâhin Şah ile gizli bir ittifak yaptı. Yağıbasan’ın gayretiyle Dânişmendli Zünnûn ve Malatya Emîri Zülkarneyn de bu ittifaka dahil edildi. Zor durumda kalan Sultan Kılıcarslan imparatora barış teklifinde bulundu. Son yıllarda ele geçirdiği şehirleri geri vereceğini, ülkesindeki esirleri iade edeceğini, sınırlardaki Türkmen akınlarını durduracağını ve ihtiyaç halinde askerî yardımda bulunacağını, antlaşmayı teyit amacıyla İstanbul’a gelmek istediğini bildirdi. Böylece 1161 sonbaharında Bizans-Selçuklu çatışmaları durdu (a.g.e., s. 146). Ancak bu sırada Yağıbasan, Saltuk b. Ali’nin Kılıcarslan’a gelin olarak getirilmekte olan kızının bulunduğu düğün alayına saldırıp gelini yeğeni Zünnûn’a nikâhladı. Saldırıya öfkelenen Kılıcarslan, Yağıbasan üzerine yürüdüyse de mağlûp oldu. Kardeşleri ve Dânişmendliler’le ittifak yapan imparatorla görüşmek ve bu zor durumdan kurtulmak amacıyla bir antlaşma yapmak üzere İstanbul’a gitti (1162). Ebü’l-Ferec, Kılıcarslan’ın İstanbul’a 1000 atlı ile gittiğini (Târih, II, 399), Papaz Grigor ise onun İstanbul’a giderken Nûreddin Mahmud’un kardeşi Emîr-i Mîrân’ı da rehine olarak yanında götürdüğünü (Urfalı Mateos Vekayinâmesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, s. 334) söyler. Düşmanlarını birbirine düşürmek suretiyle zayıflatmak isteyen imparator sultanı muhteşem törenlerle karşıladı. Ebü’l-Ferec’e göre (Târih, II, 399) sekiz gün, Khoniates’e göre (Historia, s. 81) uzun bir süre İstanbul’da kalan Kılıcarslan’a çok değerli hediyeler verildi. Sultan imparatordan maddî yardım sağlayıp onunla bir antlaşma imzaladı. Bununla daha önce yaptığı antlaşmayı pekiştiren Kılıcarslan ölünceye kadar imparatora sadâkat göstermeyi, onun düşmanlarıyla iş birliği yapmamayı, önemli şehir ve kaleleri geri vermeyi, Türkmenler’in Bizans topraklarına saldırılarına engel olmayı taahhüt etti. İmparator Manuel’in Kılıcarslan ile iş birliği yapmasını kendileri için tehlikeli gören Anadolu’daki beyler elçiler gönderip sultanla barışmak istediklerini bildirdiler (Kinnamos, s. 151). Bunun üzerine imparator Kılıcarslan ile Anadolu’daki rakip ve düşmanları arasında bir anlaşma yapılmasını sağladı. Kılıcarslan böylece aleyhindeki bir ittifakı bozarak daha güçlü bir durumda memleketine döndü (a.g.e., s. 151) ve Anadolu’da birliği yeniden sağladı. Ertesi yıl müttefiki olan Artuklu emîrleriyle birlikte Yağıbasan’ın elindeki Malatya üzerine yürüyüp şehri yağmalattı. Sultana karşı kardeşi Şâhin Şah’tan yardım almak isteyen Yağıbasan Çankırı’ya gittiği sırada orada öldü (559/1164). Dânişmendliler arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanan Kılıcarslan 560’ta (1165) Elbistan, Dârende ve Gedük (Şarkışla) yöresini, Nûreddin Mahmud Zengî’nin istilâ ettiği Ra‘bân, Göksun, Maraş ve Behisni’yi ele geçirdi. 564’te (1169) Kayseri ve Zamantı’yı Dânişmendli Zünnûn’un elinden alarak Selçuklu topraklarına kattı. Ankara ve Çankırı’yı da kardeşi Şâhin Şah’tan aldı. Topraklarını kaybeden emîrler Nûreddin’e başvurup yardım istediler. Fakat Nûreddin o sırada Mısır’a hâkim olmak niyetinde olduğundan onlarla ilgilenemedi.

     Kılıcarslan, Anadolu’yu hâkimiyeti altına almak ve birliği sağlamak amacıyla seferlerine devam ederek 566’da (1171) Malatya üzerine yürüyüp şehri kuşatınca Dânişmendli Zünnûn ile Dânişmendliler’in Malatya hâkimi Feridun (Efridûn), Nûreddin Mahmud’a sığınmak zorunda kaldılar. Malatya’nın Selçuklular’ın eline geçmesi halinde ana yolların ve Fırat boylarının tehlikeye düşeceğini gören Nûreddin müdahale etmek için harekete geçti. Kılıcarslan da Malatya civarında yaşayan yaklaşık 12.000 kişiyi yanına alıp Kayseri’ye döndü. Bu sırada Ermeni hâkimi Mleh Kilikya’ya saldırdı. Müttefiki Nûreddin de savaşa girmeden önce Kılıcarslan’a haber gönderip Dânişmendli topraklarını sahiplerine iade etmesini, Şâhin Şah’ın çocuklarını serbest bırakmasını ve Malatya’dan götürdüğü 12.000 kişiyi geri göndermesini istedi. Red cevabı alınca da Ra‘bân, Göksun, Behisni’yi, Fırat’ın sağ tarafında Selçuklular’a ait yerleri ve 20 Zilkade 568 (3 Temmuz 1173) tarihinde Maraş’ı hâkimiyeti altına aldı. Nûreddin’in kendisine sığınan veya saflarına katılan Dânişmendli ve Artuklu beyleriyle oluşturduğu ittifaka Sivas Dânişmendli Emîri İsmâil de girdi. Sivas’ta toplanan müttefikler Kılıcarslan’la savaşmak için yola çıktılar. Bu esnada kıtlık yüzünden büyük sıkıntı içinde bulunan Sivas halkı emîrleri İsmâil’e isyan ederek onu öldürdü. Nûreddin’in askerî desteğiyle Sivas’a gelen Zünnûn idareye hâkim oldu. Buna öfkelenen Kılıcarslan da harekete geçti. İki ordu Ceyhan nehrinin iki yakasında karşı karşıya geldi. Taraflar savaşa girmek üzereyken iki müslüman devletin savaşmasının Haçlılar’ın işine yarayacağını söyleyen âlimlerin ve din adamlarının araya girmesiyle Kılıcarslan barış talebinde bulundu. Nûreddin, Kılıcarslan’a bir mektup göndererek şartlarını kabul ettiği takdirde barışa razı olacağını bildirdi. Nûreddin mektubunda onu zındıklık, felsefî düşünceleri benimsemek ve cihadı terketmekle itham ediyor, elçisinin huzurunda tecdîd-i îman etmesini, ihtiyaç halinde kendisine asker göndermesini ve Bizans’la cihad etmesini şart koşuyordu. Kılıcarslan bu şartların hepsini kabul ettiğini bildirince taraflar arasında Zilkade 568’de (Temmuz 1173) anlaşma sağlandı (İbnü’l-Esîr, et-Târîħu’l-bâhir, s. 160-161). Nûreddin Mahmud, Fahreddin Abdülmesîh adlı kumandanını bir miktar kuvvetle Zünnûn’u himaye için Sivas’ta bırakıp ülkesine döndü. Nûreddin’in ölümü üzerine (569/1174) en güçlü rakibinden kurtulan Kılıcarslan bir yıl sonra Dânişmendli hâkimiyetindeki Sivas, Niksar, Tokat ve Komana ile bütün Dânişmend ilini ele geçirdi. Mengücüklüler de ona tâbi oldu. Bu gelişmeler üzerine Şâhin Şah ile Zünnûn tekrar imparator Manuel’e sığınınca Kılıcarslan, Anadolu’nun önemli bir kısmını hâkimiyeti altına alma fırsatını buldu. Kılıcarslan bu tarihten itibaren Bizans’a karşı daha tehditkâr bir tutum izlemeye başladı. Nûreddin Mahmud, Kılıcarslan, Ermeni hâkimi Mleh ve Anadolu’daki bazı beylerin kendisine karşı birleştiğini gören İmparator Manuel Komnenos harekete geçip Philadelphia’da (Alaşehir) karargâh kurdu (1173) ve Kılıcarslan’a elçi gönderip onu ihanetle suçladı (Kinnamos, s. 206-207). Sultan ise verdiği cevapta Bizans’la iş birliği yaptığı için Abbâsî Halifesi Müstazî-Biemrillâh’ın kendisine kızdığını söyledi (a.g.e., s. 208). Bu sırada Türkmen akınları Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edremit’e kadar uzanıyordu (Süryani Mikhail, III, 369).

    Kılıcarslan’ın Anadolu’da rakipsiz bir güç haline gelmesi İmparator Manuel’i rahatsız etti. Selçuklu gücünü kırmaya kararlı olan imparator Kılıcarslan’dan Türkmenler’in zaptettiği yerlerin iade edilmesini istedi. Sultan görünürde bu istekleri yerine getirmeye çalıştıysa da Türkmenler’i desteklemeye devam etti. Türkmenler’in Sandıklı’ya yaptığı akınlardan rahatsız olan imparator 1173’te Alaşehir’e kadar ilerleyince savaşa hazırlıklı olmayan Kılıcarslan bir elçi gönderip Türkmen saldırılarından sorumlu olmadığını bildirdi. Türkmen saldırılarının devam etmesi ve Denizli, Bergama, Edremit’e kadar ulaşması üzerine sultanı gerekli tedbirleri almamak ve antlaşma şartlarına uymamakla suçlayan imparatorun kendisine karşı sefere çıkacağını öğrenen Kılıcarslan, 1162’de yapılan antlaşma uyarınca geri vermeyi vaad ettiği şehirleri teslim almak üzere bir Bizans kuvvetinin gönderilmesini istedi. Ancak sultanın uyguladığı başarılı taktik sayesinde Bizans birliği Anadolu’dan eli boş döndü. Bu sırada imparator da Eskişehir yakınlarına geldi ve Türkler tarafından yıkılmış olan Dorylaion Kalesi’ni tekrar inşa ettirdi. Daha sonra Menderes ovasına inerek Sublaion (Homa) Kalesi’ni yeniden yaptırıp buraya bir garnizon yerleştirdi. İmparatorun Türkmenler’e karşı çifte savunma hattı oluşturması da pek işe yaramadı ve Türkmen saldırıları devam etti. Buna rağmen Kılıcarslan’ın antlaşmayı yenileme tekliflerini reddetti ve bütün kuvvetlerini toplayarak sefere çıkmaya karar verdi (1175).

    İmparator Konya’yı bizzat istilâ edecek, böylece hem Anadolu’da Bizans hâkimiyetini yeniden sağlayacak hem de Kudüs yolunu açarak itibarını arttıracaktı. Hatta Türkler karşısında kazandığı bazı savaşlar münasebetiyle Papa III. Aleksandre’a bir mektup göndererek Türk meselesini halletmek üzere olduğunu, bundan dolayı papanın Haçlı seferi için çağrıda bulunmasının isabetli olacağını bildirmişti. Mikhail Gabras ile birlikte Amasya üzerine gönderdiği Şâhin Şah Eskişehir yakınlarında pusuya düşürüldü. Amasya’yı ele geçirme arzusu gerçekleşmeyince Andronikos Vatatzes kumandasında Niksar’a bir ordu gönderip Zünnûn’un buraya hâkimiyetini sağlamak ve Türk kuvvetlerini bu yörede oyalamak istedi. Ancak Bizans ordusu mağlûp oldu ve Zünnûn başarı elde edemeden geri döndü.

MİRYAKEFALON SAVAŞI

     İmparator Manuel ile bir anlaşmaya varılamayacağını anlayan Kılıcarslan, ordusunu Miryokefalon Kalesi’nin yakınlarında Eğirdir gölünün kuzeyindeki Tzibritze Geçidi’nin en dar yerine yerleştirdi.

     Miryokefalon Savaşı, 17 Eylül 1176 da Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında, Denizli Tzibritze geçidi, Düzbel mevki civarında gerçekleşmiş, Anadolu Selçuklu Devletinin kazandığı bu savaşla Türklerin Anadolu’daki hakimiyetleri kesinleşmiştir.

     Miryokefalon Savaşı, 17 Eylül 1176 da Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında, Denizli Düzbel mevki civarında gerçekleşmiş, Anadolu Selçuklu Devletinin kazandığı bu savaşla Türklerin Anadolu’daki hakimiyetleri kesinleşmiştir.

Miryokefalon Savaşı Öncesi Tarafların Durumu

    1071 yılında Malazgirt Savaşıyla Anadolu’ya giren Selçuklu Devleti, zamanla Bizans’ın sahip çıkamadığı Anadolu coğrafyası üzerinde genişleyerek Bizans’ın Anadolu üzerindeki hâkimiyetini ortadan kaldırmıştı. Bizans, aldığı mağlubiyetlere rağmen Anadolu’dan vazgeçmek istemiyor, Selçuklular ile mücadele etmeye devam ediyordu. Selçuklu Devleti ise Bizans’ın hâkimiyetine son vermesine rağmen Anadolu içlerindeki güçlü beyliklerle mücadele etmekte ve Türk Yurdu haline gelen Anadolu’yu kendi otoritesi altında toplamaya çalışmaktaydı.

    Selçuklu Devleti, 1170’li yıllara gelindiğinde Anadolu içlerindeki bağımsız hareket eden beyliklerle mücadele içerisindeydi. Musul ve Kerkük’te hâkimiyetini ilan eden Atabeg Nurettin Mahmut Zengi de mücadele ettiği bağımsız atabeyliklerden biriydi. Zengi Atabeyliği’nin lideri Nurettin Mahmut Zengi’nin 1174 yılında vefat etmesi üzerine Selçuklular önemli bir rakibinden kurtulmuş oldular. Selçuklu Sultanı 2. Kılıç Arslan, bu stratejik gelişmenin ardından Sivas ve Tokat bölgelerinin hâkimi olan Danişmendli Beyliği’ni de ortadan kaldırarak Doğu Anadolu üzerindeki hâkimiyetini güçlendirdi.

    Zengi Hanedanının Suriye ve Musul hükümdarı Atabeg Nureddin Mahmud Zengi'nin ölümü üzerine (1174), büyük bir rakipten kurtulan II. Kılıç Arslan, ertesi yıl, Sivas ve Tokat bölgelerine hâkim olan Danişmendli Beyliğine de son verdi. Zengi’nin ölümü, Selçukluların olduğu kadar Bizanslıların da işine yaramıştı. Bizans İmparatoru Manuel Komenos, güçlü bir atabey olan Zengi’nin ölümü üzerine Haçlılardan yardım isteyerek Anadolu’dan geçen yolların güvenlik altına alınacağını taahhüt etti. Amacı önce Selçukluları mağlup edip sonrasında Zengi’nin ölümü ile boşalan otorite boşluğundan faydalanıp Antakya’ya ulaşmaktı.

Miryokefalon Savaşının Gelişimi

Bu tarihlerde Selçuklular, yoğun Türkmen göçleriyle Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edremit bölgelerini Türkleştirmekteydi. Bizans İmparatoru Manuel, hem Zengi Atabeyliğinin hâkimiyet sağladığı topraklarda hâkimiyet kurabilmek hem de Selçukluların ilerleyişini engellemek ve kaybettiği toprakları yeniden kazanmak amacıyla güçlü bir ordu ile taarruza hazırlanmaya başladı. Bizans’ın bu hazırlığından haberdar olan 2. Kılıç Arslan, Manuel’e, elçi göndererek daha önce yapılmış olan barış antlaşmasının yenilenmesini önerdi. İmparator Manuel, barışın yenilenmesi için Türkmen akınlarının durdurulmasını ve Bizans’a sığınan Danişmendlilerin emiri Zünnun ile şehzade Şahinşah’ın yönetiminde bulunan toprakların Bizans’a bırakılmasını şart koştu. Selçuklu Sultanı 2. Kılıç Arslan, bu teklifi kabul etmeyerek süvari güçleriyle Denizli’ye taarruz ederek Bizans’a ait şehirleri tahrip etti. Bizans İmparator Manuel ise, kendisine sığınan Danişmendli beyi Zünnun ve Şahinşah’ı, Selçukluların üzerinde baskı kurması ve ikinci bir cephe oluşturması için Anadolu’ya göndermeye teşebbüs etti. 2. Kılıç Arslan, bu teşebbüsü haber alınca stratejik önlemler alarak bu çabayı boşa çıkarttı. Anadolu’ya hareket eden Zünnun ve Şahinşah da Bizans’a geri dönmek zorunda kaldılar.

2. Kılıç Arslan, son gelişmeler üzerine Bizans’a ikinci kez elçi göndererek barış önerisinde bulundu. Manuel, bu barış teklifini de reddederek komutanı ve amcasının oğlu Andronikos Vatatzes’i, ordusuyla birlikte Amasya’ya Selçuklu ordusunun üzerine taarruza gönderdi. Kendiside Frank, Peçenek, Macar ve Sırp güçlerinden oluşturduğu ordusu ile Konya’ya doğru yöneldi. Selçuklu savunma birlikleri, Amasya’ya doğru ilerleyen Andronikos’un ordusu ile Niksar civarında karşı karşıya geldiler. Selçuklu savunma birlikleri, Bizans ordusunu durdurup Andronikos’u da savaşta öldürdüler. Konya’ya doğru ilerleyen Manuel’in ordusu ise Konya’yı zaptettikten sonra Denizli’ye doğru ilerlediler. Buradan da Eskişehir’i geçerek Akdağ bölgesine ulaştılar. Bizans Ordusu, oldukça kalabalıktı ve beraberinde taşıdıkları yükler sebebiyle yavaş ilerlemek zorunda kalıyordu. Bunun yanında, Akdağ civarı da Selçuklular tarafından tahrip edilmişti. Bizans ordusunun geçebileceği tek yol, Miryokefalon Kalesinin yakınlarındaki sarp ve dar bir geçitti. Selçuklular da Bizans Ordusunu burada karşılamak için hazırlık yapmışlardı.

Miryokefalon Savaşının Tezahürü

Bizans Ordusu, yaklaşık 100 Bin kişilik kalabalık bir ordu ve güçlü savaş teçhizatları ile uzun sürebilecek bir savaşa karşı tedarikliydiler. Selçuklu ordusu ise hem sayıca daha az hem de teçhizat bakımından daha zayıf durumdaydı. Kılıç Arslan, önce kendisine bağlı küçük beyliklerden asker takviyeleri yaparak Askeri gücünü Bizans ordusuna eşdeğer hale getirdi. Selçuklu ordusu, Bizans ordusuna göre daha zayıf teçhizatlara sahipti ancak hareket kabiliyeti daha yüksekti. Bulundukları sarp geçitte stratejik olarak bunu gerektiriyordu. Dağ geçitlerinin yamaç ve doruklarına konuşlanarak ağır Bizans ordusunu hırpalayacak ve mukavemetlerini kırdıktan sonra taarruz edeceklerdi.

Bizans ordusunun tecrübeli komutanları, Selçukluların bu stratejisini fark ettiler ve Manuel’i uyardılar. Ancak daha tecrübesiz ve kendine güvenen prensler, şan ve şöhret kazanmak için zor olanı tercih ediyor ve Manuel’e baskı yapıyorlardı. İmparator Manuel, neticede tecrübeli komutanlarını dinlemeyip Selçukluların kurguladığı gibi dağ geçitlerinin içerisinden girmeye karar verdi. Bizans ordusu, geçitten ilerlemek 4 ayrı kola bölündü. Önde piyadelerden oluşan öncü güçler, arkasında yine piyadeler ve süvarilerden oluşan ardıllar, arkalarından ise ordunun ana kuvvetleri bulunuyordu. En arkada ise mancınıklar, harp araçları ve erzak stokları ilerleyecekti.

17 Eylül 1176 günü, Bizans öncü kuvvetleri, dar ve sarp geçitlerden içeri girmeye başladılar. Bizans Ordusu, düşündüklerinin aksine öncü kolu ile girerken zorlanmamış ve büyük kayıplar vermemişti. Peşinden gelen Ana kolda az bir zayiatla geçitten ilerleyebilmekteydi. Selçuklu ordusu, Bizans öncü kuvvetlerinin ilerlemesiyle stratejik bir hamle yaparak geçi çekildiler ve dağ geçitlerine konuşlandılar. Bizans öncü kolu ve ana kuvvetleri geçidin dar bölgesinden henüz geçmişken onları takip eden mancınık ve ağır savaş araçlarından oluşan ardılları da geçide girmek üzereydiler. Selçuklular, sarp alanlara konuşlandıkları yerlerden bu esnada aşağı inip öncü ve ana kuvvetleri geçidin içinde tutarak taarruza geçtiler. Mancınık ve vurucu güçlerinden yoksun kalan öncü ve ana güçler, hızlı hareket eden Selçuklu süvari ve yaya birliklerine karşı direnemeyip ağır kayıplar vermeye başladılar. Selçuklu ordusu, gerçekleştirdiği ani ve yoğun saldırılarla Bizans ordusunun sağ kanadını tamamen yok etmeyi başardı. Bizans’ın merkezi gücünü geçit içinde hapsedip taarruz eden Selçuklular, sonrasında ise geçide henüz girememiş olan mancınık ve ağır savaş araçlarına hücum ederek geçitten içeri girmelerini engellediler. Bizans ordusu geçidin içerisinde sıkışmış, hareket imkânı fevkalade zor olan bir alanda kendisini korumaya çalışıyordu. Ağır savaş arabaları ve mancılıklar ise yaya güçlerden destek alamadıkları için ok atışlarıyla zarar görüyor ve ilerleyemez duruma geliyordu. Ne mancınıklar geçidin içine girmiş olan ordunun merkezi gücüne yardım edebiliyor, ne de merkezi yaya kuvvetler ağır savaş araçlarına yapılan saldırılara karşı yardıma gidebiliyorlardı. Üstelik sağ kanadı tamamen yok olan Bizans ordusu, bu kez sol kanadına yoğun taarruzlar alıyor ve ağır kayıplar veriyorlardı.

Bizans ordusu, bulundukları alanın fiziki imkânsızlıklarından ötürü saldırının ne taraftan geldiğini bile anlayamıyor, disiplinsiz bir şekilde rastgele hareket eden yaya kuvvetler, yamaçlar arasına sıkışıp isabetli okçuların açık hedefi haline gelerek ağır kayıplar veriyorlardı. Sağ kanadı tamamen imha edilen Bizans ordusu, sol kanadını savunmaya çalışırken, komutan Yannis Kantakuzenos’un öldürülmesi ile kontrolü tamamen kaybettiler. Bizans ordusu artık inisiyatifi elinde tutamıyordu. İmparator Manuel ise savaşmaktan çok içine düştüğü cendereden kurtulmak için uğraşıyordu. Zira artık savaşmak yerine geçitten çıkmanın yollarını arıyordu. Kalan askerleriyle savunma kolları oluşturarak küçük gruplar halinde geçitten çıkmaya başladılar. Kollar halinde geçitten çıkmayı başaran Bizans ordusu, geçide giremeyen ardılları ile birleştiler ancak ağır kayıplar vermişlerdi ve savaş alanından geri çekilmeleri mümkün değildi. Selçuklu ordusu, taarruzlarına gece de son vermedi. Gece Süvari hücumları, sabah okçu akınlarıyla devam ediyor, Bizans ordusu ise manevra yapamadan karşı koymaya çalışıyordu. Öyle ki ; İmparator Manuel, savaşın kötü gidişatı üzerine geri çekilmeyi düşünmüş ancak komutan ve prenslerinin ağır itham ve eleştirilerine maruz kalarak bu kararından vazgeçmek zorunda kalmıştır. Miryokefalon Savaşının 3. Gününde, Bizans ordusunun ağır savaş teçhizatları ve mancınıklarla donanmış birlikleri tamamen yok olmuş ve tamir edilemez duruma gelmişti. Sefere çıkarken Selçuklu ordusunu mağlup ettikten sonra Antakya’ya sefer yapacağını düşünen Manuel, Miryokefalon Ovasında çaresiz ve mağlubiyeti kabullenmiş bir duruma düşmüştü.

Miryokefalon Savaşının Sonuçları

Ordusu savaş meydanında komuta eden Selçuklu Sultanı 2. Kılıç Arslan, stratejik avantajlarını ortadan kaldırıp ağır hasarlar verdiği Bizans ordusunu tam anlamıyla sindirmiş ve üstünlüğü ele almıştı ancak savunma yaparak giderek daha az kayıp vermeye başlayan Bizans ordusunu tamamen yok etmenin kolay olmayacağını görüp İmparator Manuel’e barış yapmayı tercih etti. Elçisini, bir İran savaş atı ve bir kılıç hediyesiyle birlikte barış şartlarını müzakere etmek için Manuel’e gönderdi. Yapılan müzakere de Eskişehir ve Gümüşsu kalelerinin boşaltılıp yıkılması şartıyla Bizans ordusunun hücuma uğramadan geri çekilebileceğini teklif edince Manuel, içinde bulunduğu çaresiz durumunda tesiriyle barış teklifini derhal kabul etmiştir. Nihayetinde Miryokefalon Savaşı Bizans için bir hezimet, Selçuklular için ise Anadolu’nun hâkimiyetini kesinleştirdiği mühim bir başarı olmuştur.

Miryokefalon Savaşı ile Selçuklular, Anadolu üzerindeki hakimiyetlerini kesinleştirmiş, Bizans bu tarihten sonra Anadolu üzerindeki emellerinden vazgeçmek zorunda kalmıştır.

     İstanbul’a dönerken İmparator Manuel’in antlaşma şartlarına uymaması ve Dorylaion Kalesi’ni yıktırmaması üzerine Menderes vadisini tahrip ettiren (573/1177) Kılıcarslan’ın Bizans topraklarına karşı düzenlenen bu istilâ harekâtı Manuel’in ölümüne kadar devam etti. Uluborlu, Kütahya ve Dorylaion Selçuklu hâkimiyetine geçti (576/1180). Denizli ve Antalya kuşatıldı, fakat ele geçirilemedi. 583’te (1187) Ermeniler’in hâkimiyetindeki topraklar fethedilerek Sîs’e kadar gidildi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ORTA ÇAĞ SİYASET DÜŞÜNCESİ VE DÜŞÜNÜRLERİ

KÖKTÜRKLERDE DEVLET ANLAYIŞI

2. MEŞRUTİYET DÖNEMİ İKTİSADİ DÜŞÜNCE POLİTİKASINDA YENİLEŞME HAREKETLERİ