ANADOLU SELÇUKLU TARİHİ 1. DÖNEM FİNAL NOTLARI
ANADOLU SELÇUKLU TARİHİ 1. DÖNEM
FİNAL NOTLARI
Yusuf Kaymakçı/Neü Tarih
II. Rükneddin Süleyman Şah
Süleyman Şah hakkında kaynaklarda yer alan
ilk bilgi babası II. Kılıcarslan’ın, ülkesini oğulları arasında paylaştırdığı
sırada onu merkezi Tokat olan eyalete melik tayin etmesiyle ilgilidir. Samsun
ve çevresiyle Karadeniz sahilinde Bizans hâkimiyetindeki birçok şehir ve kasaba
onun melikliği döneminde fethedildi. Süleyman Şah, babasının ölümünün ardından
saltanatı ele geçirmek için harekete geçti ve bu hususta önemli bir engel
olarak gördüğü ağabeyi Kutbüddin Melikşah’la mücadeleye girişti. Kutbüddin kısa
bir süre sonra ölünce onun topraklarını ele geçirmek istediyse de kardeşi Ankara
Meliki Muhyiddin Mesud ile aralarında anlaşmazlık çıktı. Süleyman Şah, Mesud’u
mağlûp ederek itaat altına aldı. Böylece hükümran olduğu Tokat’a Kutbüddin’in
idaresindeki Sivas, Kayseri ve Aksaray’ı da ilâve edip hâkimiyet sahasını
genişletti. Diğer kardeşi I. Gıyâseddin Keyhusrev dışında kendisine rakip
olabilecek kimse kalmadı. Süleyman Şah, I. Keyhusrev ile mücadeleye girişmeden
önce onun halk nezdindeki saygınlığını ortadan kaldırmaya çalıştı. Ardından
Tokat’tan Konya’ya doğru hareket etti. Ordusu kendi emrindeki kuvvetlerden
başka Türkmenler’den ve yardımına gelen en az beş kardeşinin kuvvetlerinden
meydana geliyordu. I. Keyhusrev’in ordusu, Uluborlu meliki tayin edilmesinden
itibaren kendisine tâbi olan Batı ucundaki Türkmenler ile Konya’daki birliklerden
ibaretti.
Konya’ya gelen Süleyman Şah şehri kuşattı.
Kuşatmanın uzun süre devam etmesi şehirdekilerin durumunu gittikçe
kötüleştirdiğinden Keyhusrev’e bağlı beyler, Süleyman Şah ile anlaşmak için
kendisine bir elçi gönderip kuşatmaya son verdiği takdirde sefer masraflarını
karşılamayı taahhüt ettiler. Bu teklifi kabul etmeyip saltanat konusunda ısrar
ederse bu durumda Keyhusrev’e, çocuklarına, hazinesine ve maiyetine zarar
verilmeyeceğine, Konya’dan istedikleri yere gitmelerine müsaade edileceğine
dair kendisinden bir ahidnâme istediler. Saltanatı tercih eden Süleyman Şah
yanında bulunan beylerin ve şehir eşrafının şahitliğinde bir ahidnâme yazdırdı.
Konya’daki beylerden ve şehrin ileri gelenlerinden her biri adına mülk, iktâ ve
mansıb menşurları verdi. Beyler ve şehir eşrafı Süleyman Şah’a yapılan teklifi
ve ondan alınan cevabı I. Keyhusrev’e arzettiler; Süleyman Şah’ın kendilerine
yolladığı ahidnâme ve menşurları gösterdiler. Bunun üzerine I. Keyhusrev
saltanat makamından ayrılmayı kabul ettiğini bildirdi. Şehrin ileri
gelenlerinden birkaç kişinin bu anlaşmayı gerçekleştirmek üzere ağabeyinin
yanına gönderilmesini, anlaşma şartlarının kesin ifadelerle yazılmasını istedi.
Süleyman Şah anlaşma metnini onun istediği şekilde yazdırdı ve güven vermek için
yakınlarından iki kişiyi I. Keyhusrev’e gönderdi. Keyhusrev anlaşmanın
yapıldığı günün gecesi başşehir Konya’yı terketti. Süleyman Şah ertesi gün
şehre girdi ve Anadolu Selçuklu Devleti sultanı olarak tahta oturdu (3 Ekim
1196).
Süleyman Şah’ın cülûsu bütün eyaletlere,
komşu devletlere ve Abbâsî halifesine bildirildi. Halife Nâsır-Lidînillâh
saltanat menşuru, çetr ve sancak göndererek onun hâkimiyetini tasdik etti.
İstanbul’a gitmekte olan I. Keyhusrev’in Lâdik köyünde tâciz edildiğini, yakın
adamlarına ve eşyalarına zarar verildiğini haber alan Süleyman Şah suçluları
yakalatıp idam ettirdi. Daha sonra yeğenleri İzzeddin Keykâvus ile Alâeddin
Keykubad’ı yanına getirtip onları Konya’da kalmaları veya babalarının yanına
gitmeleri hususunda serbest bıraktı. Babalarının yanına gitmek istediklerini
söylemeleri üzerine onları da gönderdi. Anadolu’da Selçuklu birliğini yeniden
kurmak için çalışmalarına hız veren Süleyman Şah bu amaçla önce Niksar’a,
ardından Amasya’ya yürüdü. Kardeşlerinden Melik Berkyaruk’un elinden Niksar’ı,
Melik Arslanşah’ın elinden Amasya’yı aldı. Bu arada Elbistan Meliki Tuğrul Şah
ona tâbi olduğunu bildirdi (Kasım-Aralık 1197). Süleyman Şah, Ankara Meliki
Muhyiddin Mesud ile Malatya Meliki Kayser Şah dışında bütün meliklerin
idaresinde bulunan toprakları elde etmekle Anadolu’da Selçuklu Türk birliğini
yeniden kurma yolunda önemli mesafeler almış oldu.
Süleyman Şah’ın, ülkesindeki iç sorunlarla
uğraşmasından faydalanmak isteyen Bizans İmparatoru III. Aleksios Angelos,
Frangopulos lakaplı Konstantinos kumandasındaki bir filoyu Karadeniz’de yük
gemilerine baskınlar düzenlemekle görevlendirdi. Kendisine ulaşan şikâyetler
üzerine Süleyman Şah, imparatora elçi gönderip Konstantinos’un aldığı esirlerin
serbest bırakılmasını ve gasbedilen malların iadesini istedi ve yeni bir
antlaşma yapılmasını teklif etti. İmzalanan barış antlaşmasına göre Bizans
imparatoru, Süleyman Şah’a yıllık vergiden başka gasbedilen malların
bedellerini ödemeyi kabul etti. Böylece iki devlet arasında siyasî ilişkiler
yeniden başladı. Kilikya Ermeni hâkimi II. Leon, Süleyman Şah’ın Bizans’la
uğraşmasını fırsat bilerek Ereğli’yi zaptedip Kayseri’yi kuşattı. Süleyman Şah
topraklarını geri almak için (1199) yılında Kilikya’ya bir sefer düzenledi ve
Ermeniler’i Toroslar’ın güneyine çekilmeye mecbur etti. Ereğli Kalesi ve
Adana’ya kadar Kilikya’nın bazı yerleşim merkezleri ele geçirildi. Bu tarihten
itibaren Ermeniler Selçuklular’a tâbi oldu. Öte yandan Bizans İmparatoru III.
Aleksios, Süleyman Şah ile yaptığı antlaşmayı bir türlü kabullenemeyip onu
öldürtmeye karar verdi. Niketas Khoniates’in kaydına göre imparatorun büyük
vaadlerde bulunarak Selçuklu ülkesine gönderdiği suikastçı yakalandı. Bunun
üzerine Süleyman Şah, Bizans sınırındaki şehirlere akınlar düzenledi. III. Aleksios’a
karşı ayaklanan Komnenoslar sülâlesine mensup Mikhail’e askerî yardımda
bulundu.
Selçuklu hâkimiyetini Batı ve Orta
Anadolu’da güçlendirdikten sonra Doğu Anadolu’da Türk birliğini kurmaya çalışan
Süleyman Şah, Eyyûbîler’den aldığı destekle kendisine tâbi olmamakta direnen
kardeşi Malatya Meliki Muizzüddin Kayser Şah’a karşı harekete geçti ve şehri
kuşatıp ele geçirdi (23 Haziran 1201). Böylece devletin sınırları, Muhyiddin
Mesud’un hâkimiyetindeki Ankara hariç babası II. Kılıcarslan devrindeki
sınırlarına ulaşmış, Fırat vadilerine kadar uzanan Selçuklu şehirleri Süleyman
Şah’ın hâkimiyeti altında toplanmış oldu. Doğu Anadolu’da hüküm süren
Artuklular’ın Harput kolu ile Mengücüklüler bu dönemde Selçuklu Devleti’ni
metbû tanıyordu. Artuklu Karaarslan’ın oğlu İmâdüddin Ebû Bekir ölünce (1203)
yerine geçen oğlu Nizâmeddin, Artukoğulları’nın Hısnıkeyfâ (Hasankeyf) kolu
hâkimi Nâsırüddin Mahmud’a karşı topraklarını koruyabilmek için Süleyman Şah’ın
himayesine girmeyi tercih etmişti. Mengücüklüler’in Erzincan kolu hükümdarı
Behram Şah, kayınpederi II. Kılıcarslan’dan sonra kayınbiraderi Süleyman Şah’a
itaat arzetmişti. Aynı hânedanın Divriği kolu hükümdarı Turanşah da (Şahanşah)
Selçuklular’a tâbi olmayı sürdürüyordu.
Süleyman Şah, Gürcüler’in Doğu Anadolu’da
Erzurum’a kadar ilerlemeleri ve bölgede önemli bir tehdit olarak ortaya
çıkmaları üzerine onlarla savaşmaya karar verdi. Kardeşlerine ve kendisine tâbi
olan hükümdarlara haber göndererek askerî yardım istedi. Kardeşi Mugīsüddin
Tuğrul Şah kendi idaresinde olan Elbistan ve çevresinde hazırlıklarını kısa
sürede tamamladı. Erzincan Mengücüklü Beyi Behram Şah, Erzincan’a giden
Süleyman Şah’ı törenle karşıladı ve Selçuklu ordusu ile Erzurum’a hareket etti.
Bu sırada Erzurum, Saltuklu Beyi Melikşah’ın idaresindeydi. Selçuklular’a
tâbiiyeti kabulde samimi olmadığını düşündüğü Melikşah’ı hapsettirip Saltuklu
hânedanının bölgedeki hâkimiyetine son verdikten sonra (25 Haziran 1202) asıl
hedefi olan Gürcistan üzerine yürüyen Süleyman Şah, Gürcü Kraliçesi Thamara’ya
bir mektup göndererek Selçuklu tâbiiyetine girmeyi kabul edip savaşmadan teslim
olmasını, Müslümanlığı kabul ettiği takdirde kendisiyle evleneceğini,
Gürcistan’ı da çeyiz olarak kabul edeceğini bildirdi. Selçuklu ordusu
Erzurum’un doğusunda Micingerd Kalesi civarındaki Pasinler ovasında ordugâh
kurdu. Gürcü ordusu, Selçuklu ordusunu istirahat halinde oldukları bir anda
pusuya düşürdü. (Temmuz 1202) meydana
gelen savaşta Süleyman Şah mağlûp oldu. Başta Mengücüklü Behram Şah olmak üzere
bazı büyük kumandanlar esir düştü. Süleyman Şah kardeşi Tuğrul Şah, diğer
beyler, kumandanlar ve askerleriyle birlikte Erzurum’a çekildi, ardından
Konya’ya döndü. Savaştan sonra Gürcüler, Doğu Anadolu’da Selçuklular’ın
aleyhinde herhangi bir toprak ilhakında bulunamadılar. Bu yenilgiye rağmen Doğu
Anadolu’da Selçuklu hâkimiyeti güçlenerek devam etti. Mugīsüddin Tuğrul Şah,
Erzurum meliki olarak kaldı. Mardin Artuklu Beyi Artuk Arslan, Mardin’i kuşatan
Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Âdil’e karşı Süleyman Şah’tan yardım istedi.
Diyarbekir ve Hısnıkeyfâ Artuklu Beyi II. Sökmen de Selçuklu tâbiiyetine girdi.
Böylece Selçuklu hâkimiyeti Mardin ve Diyarbekir yörelerine kadar uzandı. Bu
arada Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin büyük oğlu el-Melikü’l-Efdal Ali, saltanat
mücadelesi sırasında hâkimiyetindeki birçok şehri kaybettikten sonra elinde
kalan Sümeysât’ı (Samsat) koruyabilmek için Süleyman Şah’a bir elçi göndererek
Selçuklular’a tâbi olmak istediğini bildirdi. Eyyûbî hânedanı arasındaki
saltanat mücadelesinden faydalanmak isteyen Süleyman Şah, el-Melikü’l-Efdal’in
tâbilik teklifini kabul edip kendisine tâbiiyet alâmeti olarak hil‘at gönderdi.
el-Melikü’l-Efdal, Sümeysât’ta amcası el-Melikü’l-Âdil’in adına okuttuğu
hutbeyi Süleyman Şah adına okutmaya başladı ve (1203-1204) yılında onun adına
sikke kestirdi. el-Melikü’l-Efdal’den başka Harput Artuklu hâkimi de Selçuklu
tâbiiyetine girdi.
Süleyman Şah, Gürcüler’e karşı yeni bir
sefer düzenlemeyi düşünüyor, ancak Ankara merkez olmak üzere bulunduğu bölgede
bağımsız bir hükümdar gibi hareket eden kardeşi Muhyiddin Mesud’un Bizans
topraklarında fetih hareketlerine girişerek hâkimiyet sınırlarını Safranbolu’ya
kadar genişletmesi onu çok rahatsız ediyordu. Bu sebeple Gürcistan seferini
erteleyip kardeşi Mesud’u bertaraf etmek için Ankara’ya yöneldi. Uzun süren
kuşatmanın ardından şehri Süleyman Şah’a teslim etmek zorunda kalan Mesud 1
Temmuz 1204) iki oğlu ile birlikte kendisine verilen beldeye giderken Süleyman
Şah’ın emriyle öldürüldü.
(6 Temmuz 1204) tarihinde vefat eden
Süleyman Şah Konya’da Alâeddin Camii’ne bitişik türbeye defnedildi.
es-Sultânü’l-kāhir Ebü’l-Feth Rükneddin Nâsırü emîri’l-mü’minîn unvanı ve
lakaplarıyla anılan Süleyman Şah’ın ölüm sebebi hakkında kaynaklarda farklı
bilgiler bulunmaktadır. İbn Bîbî, onun Gürcistan seferinden Konya’ya dönüşünden
sonra üzüntüsünden hastalandığını ve Konya’da öldüğünü bildirir. İbn İshak ve
Gaffârî ise Süleyman Şah’ın kulunç
hastalığı yüzünden Malatya ile Konya arasında bir yerde vefat ettiğini
belirtir. Süleyman Şah’ı yakışıklı ve “selvi boylu” diye niteleyen İbn Bîbî
Gürcü Kraliçesi Thamara’nın resmini görerek ona âşık olduğunu ve kendisiyle
evlenmek istediğini kaydeder.
Anadolu Selçuklu Devleti, II. Süleyman Şah
döneminde siyasî birliğine kavuşmuş, ülkede istikrar sağlanmıştır. Süleyman Şah
kuvvetli bir şahsiyete ve keskin bir zekâya sahipti. Saltanatı elde etmek için
sabretmeyi ve fırsatları iyi değerlendirmeyi bilmiştir. Âlimlere, şairlere ve
halka büyük ihsanlarda bulunur, adaletli davranma hususunda gayret gösterir,
zayıfların, mazlumların haklarını gözetirdi. Herkes onun âdil olduğuna inanır
ve ona güvenirdi. Zalimlere karşı sert ve acımasızdı. İbn Bîbî onun
cömertliğini, “Bağış ve ihsanda bulunurken yağmur bulutunu yetersiz, Nil
nehrini cimri kabul ederdi” sözleriyle ifade eder Malî işlerle de yakından
ilgilenir, divanın gelir ve giderlerini gözden geçirirdi.
Şairliği, edebiyat, felsefe ve hat
sanatındaki bilgisi ve becerisiyle tanınan Süleyman Şah şiir üzerine yapılan
tartışmalarda doğru fikirler ileri sürerdi. Onun felsefecileri desteklediği ve
onlara büyük bağışlar yaptığı söylenir. Bu sebeple ulemâ tarafından tenkit
edilmiş, hatta inancı bozuk olmakla, din ve şeriata karşı ilgisizlikle
suçlanmıştır. Muhammed b. Gāzî Malatyevî Ravżatü’l-ʿuḳūl adlı eğitime dair
eserini Süleyman Şah’a ithaf etmiş, Zahîr-i Fâryâbî de “Kasîde-i Nûniyye”sinde
onu İskender-i Sânî diye övmüştür. Râvendî de ondan övgüyle söz eder. II.
Süleyman Şah, Konya dışında ilk defa Aksaray, Kayseri ve Sivas’ta sikke
kestirmiş, Konya ve Niksar surlarını tamir ettirmiş, Niğde Kalesi’ni
yaptırmıştır. Kayseri’nin 30 km. kuzeybatısında Kızılırmak üzerinde bulunan (1203)
tarihli Tekgöz Köprüsü de onun tarafından inşa ettirilmiştir. Ilgın ile Akşehir
arasında Altınapa Kervansarayı olarak da bilinen Argıt Hanı, medrese ve mescidi
Süleyman Şah döneminde yapılmıştır
I.Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1196, 1204-1211)
Sultan II. Kılıcarslan’ın oğludur. Annesi
Bizanslı bir prensestir. II. Kılıcarslan, devleti hânedan mensuplarının ortak
malı sayan eski Türk geleneğine ve hâkimiyet anlayışına uyarak ülkeyi on bir
oğlu arasında taksim etmiş, en küçük oğlu Keyhusrev’e de melik sıfatıyla
Borgulu (Uluborlu) ve Kütahya yörelerini vermişti. Keyhusrev, meliklik
döneminde idaresi altındaki uç bölgesinde oturan Türkmenler ve ağabeyleri
Muhyiddin Mesud ve Kutbüddin Melikşah ile birlikte Bizans İmparatorluğu’na (1189),
Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa kumandasındaki Haçlı ordularına (1190)
ağır kayıplar verdirdi. Ancak bir süre sonra kardeşler arasında saltanat
mücadelesi başladı. Sivas Meliki Kutbüddin Melikşah başşehir Konya’ya gelip
babasına kendisini zorla veliaht ilân ettirdi. Bunun üzerine Sultan
Kılıcarslan, Borgulu’ya Gıyâseddin Keyhusrev’in yanına giderek onu veliaht ilân
etti ve onunla birlikte Konya’ya yürüyüp şehre hâkim oldu. Keyhusrev ile
beraber Kutbüddin Melikşah’ın idaresindeki Aksaray’ı kuşattığı sırada
hastalandı ve Konya’ya götürülürken vefat etti. Ardından da Keyhusrev Konya’da
tahta çıktı (1192). Kardeşleri onun sultanlığını tanımamakla birlikte
kendilerini resmen sultan ilân etmeye de çekindiler.
Keyhusrev, bu ilk saltanat yıllarında
ihtiraslı ağabeyi Kutbüddin Melikşah’ın ölümü ve diğer kardeşlerinin birbiriyle
mücadeleleri sebebiyle tahtını muhafazada herhangi bir zorlukla karşılaşmadı.
Konya-İstanbul arasında ticaret kervanı işleten Selçuklu tâcirlerini hapse
attırıp mallarına el koyan Bizans İmparatoru III. Aleksios’a karşı askerî
harekâta başlayan Keyhusrev, Menderes nehrine kadar uzanan Bizans topraklarını
fethetti. Bu sırada esir aldığı hıristiyan halkını Akşehir’e yerleştirip
kendilerine toprak, ziraat aletleri ve tohumluk vererek üretici duruma
gelmelerini sağladı; onlardan beş yıl müddetle vergi almadı. Bizans
İmparatorluğu ile anlaşma yapılınca bu esirler ülkelerine dönmek istemediler.
Sultanın bu politikasını öğrenen pek çok hıristiyan Selçuklu ülkesine göç etti,
böylece birçok Bizans şehri boşalmış oldu. Kısa bir süre sonra sultanın ağabeyi
Tokat Meliki Rükneddin Süleyman Şah diğer kardeşlerine karşı üstünlük sağladı
ve kalabalık bir ordu ile I. Keyhusrev’in savunduğu Konya’yı kuşattı. Karşı
koymanın mümkün olmadığını gören Keyhusrev, istediği yere gitmesine izin
verilmesi şartıyla tahtı II. Rükneddin Süleyman Şah’a bırakmak zorunda kaldı (1196).
I. Keyhusrev, tahtı yeniden elde etmek
ümidiyle bir süre Selçuklular’a tâbi Ermeni Leon’un prenslik merkezi Kozan’da,
ardından kardeşleri Tuğrul Şah ve Kayser Şah’ın yanında Elbistan ve Malatya’da
kaldıktan sonra Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Âdil’in yanına Halep’e gitti. Bir
süre de Âmid’de (Diyarbekir) ve Ahlatşahlar’dan Balaban’ın yanında kaldı.
Ziyaret ettiği hükümdarlardan umduğu desteği bulamayınca Trabzon’a geçerek
oradan bir gemiyle vaktiyle babası Kılıcarslan’ın yaptığı gibi İstanbul’a gidip
Bizans’a sığındı. İmparator III. Aleksios, onu Bizans’ın ileri gelen devlet
adamlarından Manuel Mavrozomes’in kızı ile evlendirdi. Keyhusrev, Haçlılar’ın
İstanbul’u işgali üzerine (Şubat 1204) kayınpederinin bulunduğu kaleye gitmek
zorunda kaldı.
Bu sırada II. Rükneddin Süleyman Şah ölmüş
(1204), yerine küçük yaştaki oğlu III. Kılıcarslan hükümdar yapılmıştı. Buna
karşı çıkan Selçuklu Emîri Mübârizüddin Ertokuş ile Selçuklular’ın hizmetine
girmiş olan Dânişmendli emîrleri Muzafferüddin Mahmud, Zahîrüddin İli ve
Bedreddin Yûsuf’un gayretleri sonucu Hâcib Zekeriyyâ, Keyhusrev’e gönderilerek
Selçuklu tahtına oturmak üzere Konya’ya davet edildi. Keyhusrev, daha önce
meliklik yaptığı Borgulu’ya gelip burada hazırladığı ordusuyla Konya üzerine
yürüyerek şehri kuşattı, fakat mağlûp olarak Ilgın’a çekildi. Bu esnada, babası
II. Kılıcarslan’ın askerî üssü olan ve Konya ile rekabet halinde bulunan Aksaray
halkı onu kendi şehirlerine davet ettiler. Bu defa Konyalılar, Aksaraylılar’dan
önce davranıp şehirde Keyhusrev adına hutbe okuttular ve tahta çıkmak üzere
Konya’ya çağırdılar. Keyhusrev hemen şehre gidip ikinci defa Anadolu Selçuklu
Devleti tahtına oturdu (Mart 1205).
Keyhusrev ilk iş olarak oğulları İzzeddin
Keykâvus’u Malatya’ya, Alâeddin Keykubad’ı Tokat’a, Celâleddin Keyferidûn’u
Koyluhisar’a melik tâyin etti. Ancak bu defa adlarına para bastırıp hutbe
okutmalarına, merkezin izni olmaksızın komşu devletlerle savaş veya barış
yapmalarına izin verilmedi. Sultanın kardeşi Mugīsüddin Tuğrul Şah yine Saltuk
ilinde (Erzurum) melik olarak kaldı. Diğer kardeşi Muizzüddin Kayser Şah da
Urfa’da bırakıldı. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Artuklu, Mengücüklü ve
Eyyûbî emîrleri Keyhusrev’e tâbi olduklarını bildirdiler.
Haçlılar’ın İstanbul’u işgal ederek burada
bir Latin devleti kurmalarından sonra Komnenos ailesinden Theodoros Laskaris
İznik ve civarında bir devlet kurdu; yine aynı aileden Aleksios ve David de
Karadeniz kıyılarında merkezi Trabzon olan başka bir devlet kurup sınırlarını
genişletmeye başladı. Bu gelişme Anadolu Selçuklu Devleti’nin aleyhine bir
durum ortaya çıkardı. Asya’dan gelip Karadeniz’e ve Avrupa’ya ulaşan
milletlerarası transit ticaret yolu tehlikeye düştü. Sultan Keyhusrev,
Aleksios’un Samsun’u işgale girişmesi üzerine harekete geçerek onu yenilgiye
uğrattı ve Samsun çevresini yeniden Selçuklu sınırları içine aldı. Böylece
Asya-Avrupa ticaret yolu da emniyet altına alınmış oldu. Bu arada sultan
kayınpederi Manuel Mavrozomes’e Denizli, Honas ve Ege denizine kadar uzanan
Menderes vadisini içine alan bölgenin idaresini vermek suretiyle gittikçe
güçlenen Laskaris’in yayılma politikasına karşı tedbir aldı.
I. Keyhusrev, daha sonra Avrupa ve
Mısır’dan gelen ticaret gemilerinin uğrak yeri olan, dolayısıyla Akdeniz’de
önemli bir ihracat ve ithalât limanı durumunda bulunan Antalya’nın fethine
girişti. Şehir bu sıralarda Aldo Brandini adlı bir İtalyan’ın elindeydi.
Anadolu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi Latin-Rum iktidar mücadelesi sebebiyle
Antalya yolu ve limanında güven kalmamış, Asya ve Afrika’dan gelen gemiler
soyulmaya başlanmıştı. Şehri kuşatan Keyhusrev, Aldo Brandini’nin Kıbrıs’tan
yardım alarak direnmesi sebebiyle başarılı olamayıp bir ara çekilmek zorunda
kaldıysa da Latin idaresinden memnun olmayan Rum ahalinin daveti üzerine
kuşatmayı yeniden başlattı ve çok geçmeden şehri fethetti (1207); şehrin vali
ve kumandanlığına subaşı Mübârizüddin Ertokuş’u tayin etti. Antalya’nın
fethinin ardından Anadolu Selçuklu Devleti iktisadî bakımdan büyük gelişmeler
gösterdi. Selçuklular ilk defa Avrupalılar’la ticarî münasebetlere girip
antlaşmalar yaptılar. Sultan, daha önce mal yüklü gemileri soyulan tâcirlere
tazminat ödenmesi hususunda özel bir emir çıkardı. Ticaret kervanlarından
alınan bâc ve geçiş vergilerini de kaldırdı.
II. Rükneddin Süleyman Şah’ın ölümünden
sonra ortaya çıkan buhranlardan faydalanan vasal Çukurova Ermenileri’nin
Selçuklu ülkesine saldırılarda bulunmaya başlamaları üzerine Sultan Keyhusrev, (1208-1209)
yılında Ermeniler’e karşı harekâta girişerek Maraş’ı Selçuklu topraklarına
kattı. Ardından Eyyûbî hükümdarları el-Melikü’l-Âdil ve el-Melikü’z-Zâhir
aracılığıyla kendisine barış için müracaatta bulunan Ermeni Prensi Leon’la
Anadolu Selçukluları’na sadık kalması, Türkiye-Suriye ticaret yoluna ve Halep
Eyyûbî sınırlarına saldırmaması, ayrıca savaş tazminatı ödemesi şartıyla bir
barış antlaşması imzaladı.
İznik Bizans İmparatoru Laskaris,
Selçuklular’ın Anadolu’ya hâkim bir duruma geçmelerini hoş karşılamıyordu. Bu
sebeple İstanbul Latin İmparatoru Henri ile bir antlaşma yaptı. İznik tahtını
ele geçirmek isteyen III. Aleksios da onu Laskaris’e karşı tahrik etti.
Keyhusrev beraberinde III. Aleksios olduğu halde I. Laskaris’e karşı harekete
geçti. Denizli-Lâdik arasındaki Antiochia şehri civarında yapılan savaşta
Selçuklu ordusu galip durumda iken askerler yağmaya girişti. Bu sırada sultan,
çevresinde kimsenin kalmadığını gören bir Rum askeri tarafından şehid edildi.
Bunun üzerine paniğe kapılan Selçuklu askerleri geri çekilmeye başladı. Savaşta
Bizans ordusu da çok ağır kayıplar verdi (Haziran 1211). Geçici olarak
Alaşehir’e gömülen sultanın cesedi, daha sonra Konya’ya götürülüp Alâeddin
Camii yanındaki Sultanlar Türbesi’ne (kümbethâne) defnedildi (1211 Haziran
sonu).
I.İzzeddin
Keykavus Dönemi
I. Gıyâseddin Keyhusrev’in büyük oğludur.
Babası (1196) yılında tahtı kardeşi II. Rükneddin Süleyman’a bırakıp yaklaşık
dokuz yıl süren gurbet hayatına çıkmak zorunda kaldığında oğulları Keykâvus ile
Keykubad’ı da yanında götürdü. II. Süleyman Şah’ın ölümü üzerine
taraftarlarının davet ve desteğiyle yeniden Selçuklu tahtına oturan I.
Keyhusrev (Mart 1205) Keykâvus’u melik unvanıyla Malatya’ya gönderdi. Onunla birlikte
Malatya’ya giden babasının hocası Mecdüddin İshak idarî işler ve öğrenimini
tamamlama konusunda kendisine yardımcı oldu.
I. Gıyâseddin Keyhusrev ölünce (1211)
devlet erkânı Konya’da toplanarak sultanın en büyük oğlu olduğu için Malatya
Meliki İzzeddin Keykâvus’un Selçuklu tahtına çıkarılmasına karar verdi ve
Kayseri’ye gelmesi için kendisine ulak gönderdi. Keykâvus Sivas-Kayseri
arasındaki Gedük’te (Şarkışla) karşılandı. Biat, yas ve tahta çıkma törenleri
Kayseri’de yapıldı. Ancak Kayseri’den Konya’ya hareket edileceği sırada
sultanın kardeşi Tokat Meliki Alâeddin Keykubad’ın saltanat davasıyla ortaya
çıktığı ve şehre doğru gelmekte olduğu haber alındı. Alâeddin Keykubad şehri
kuşattı, çok geçmeden Erzurum Meliki Mugīsüddin Tuğrul Şah ile Ermeni Kralı II.
Leon da kuşatmaya katıldı. Meselenin savaşla halledilemeyeceğini anlayan devlet
adamları diplomatik yola başvurdular. Kayseri subaşısı Celâleddin Kayser para
ve değerli hediyelerle Ermeni Kralı II. Leon’a gönderildi. Celâleddin, Leon’a
geri döndüğü takdirde kendisine 1200 müd tahıl verileceğini, işgal ettiği
Luluva (Ulukışla), Ereğli ve Lârende’nin de (Karaman) ona ait olacağını
bildirdi. Leon bu teklifi kabul edip ülkesine döndü. Eyyûbî Hükümdarı
el-Melikü’l-Eşref’in Keykâvus tarafından yardıma çağrıldığını duyan Tuğrul Şah
da gizlice Erzurum’un yolunu tuttu. Yalnız kalan Erzurum Meliki Mugīsüddin ve
yeterli kuvveti bulunmayan Keykubad muhasarayı kaldırarak Ankara Kalesi’ne
sığındı. Keykâvus Konya’ya ulaştığında tekrar tören yapılmış ve şenlikler bir
hafta sürmüştür. Keykâvus, hocası Mecdüddin İshak’ı tahta çıkışını Abbâsî
Halifesi Nâsır-Lidînillâh’a bildirmek üzere Bağdat’a gönderdi. Halife ona
sultanlığını tasdik eden bir menşurla bir fütüvvet şalvarı gönderdi ve fütüvvet
teşkilâtına alındığı bildirildi.
Bu sırada İznik İmparatoru Theodoros
Laskaris, Keykâvus’un tahta çıkışını kutlamak, Gıyâseddin Keyhusrev’in Alaşehir
seferi dolayısıyla bozulmuş olan münasebetleri düzeltmek ve barış yapmak üzere
bir elçi yolladı. İmparatorun barış teklifini kabul eden İzzeddin Keykâvus,
bunu bildirmek ve babasının naaşını getirmek üzere atabegi Emîr Seyfeddin
Ayaba’yı İznik’e gönderdi. İmparator Theodoros Laskaris ile görüşen Ayaba
dönüşte Alaşehir Mezarlığı’na geçici olarak gömülmüş olan Sultan Gıyâseddin’in
naaşını da getirdi.
Daha sonra Alâeddin Keykubad’ın üzerine
yürüyen İzzeddin Keykâvus Ankara Kalesi’ni kuşattı. Erzakı azalan Alâeddin
Keykubad, kendisinin ve halkın canına dokunulmaması şartıyla teslim oldu ve
Malatya yakınlarındaki Minşâr Kalesi’ne hapsedildi. Keykâvus onu öldürmek
istediyse de hocası Mecdüddin İshak buna engel oldu.
Bu yıllarda Antalya hâlâ Franklar’ın elinde
bulunuyordu. Gıyâseddin Keyhusrev’in öldüğünü duyan Antalya Rumları şehirdeki
Türkler’i katlederek Antalya’nın idaresini ellerine geçirmişlerdi. Ancak sultan
Antalya’nın geri alınması yerine Sinop’un fethine girişti. Elinde esir bulunan
Trabzon Rum İmparatoru I. Aleksios Komnenos’u da yanına alarak Sinop önlerine
vardı. I. Aleksios’un serbest bırakılması ve gitmek isteyenlere izin verilmesi
şartıyla şehri teslim edeceklerini bildiren Sinoplular isteklerinin kabul
edilmesi üzerine şehri sultana teslim ettiler (2 Kasım 1214). Ertesi gün
İzzeddin Keykâvus, Aleksios ile bir antlaşma imzaladıktan sonra onu ülkesine
gönderdi. Trabzon Rum İmparatorluğu bu tarihten (1243) yılındaki Kösedağ
yenilgisine kadar Selçuklu Devleti’ni metbû tanımıştır. Sinop’un fethi Abbâsî
halifeliğine ve komşu devletlere fetihnâmelerle bildirildi. Sultan bu başarısı
üzerine “es-sultânü’l-gālib” unvanını aldı. Sinop bundan sonra Selçuklu
ticaretinin gelişmesinde önemli bir rol oynamaya başladı.
Öte yandan Ermeni Kralı Leon kendisine
bırakılan şehirleri elinde tutamayacağını bildiği için onları Hospitalier
şövalyelerine vermek istiyordu. İzzeddin Keykâvus, Sinop seferinden sonra
harekete geçerek bu şehirleri geri aldı, kral da ciddi bir mukavemet göstermedi
(1216). İzzeddin Keykâvus, daha sonra Antalya üzerine yürüyüp burayı karadan ve
denizden kuşattıktan sonra Rumlar’dan Franklar’ın eline geçen şehri geri aldı (22
Ocak 1216) ve subaşılığını Emîr Mübârizüddin Ertokuş’a verdi.
1216 yılında Ermeniler’le Haçlılar’ın arası
açıldı. Sultan Keykâvus bu fırsatı kaçırmayarak Ermeni Kralı Leon’un ülkesine
yürüdü. Tahkim edilmiş Çinçin ve Haçin (Hacın) kaleleri şiddetli hücumlardan
sonra fethedildi. Ardından Keben (Geben) Kalesi önünde Selçuklu ordusu Ermeni
ordusuyla karşılaştı. Ağır bir yenilgiye uğrayan Ermeni ordusunun bir kısmı
esir alındı, bu tutsaklar arasında birçok Ermeni soylusu da vardı. II. Leon, zengin
armağanlarla birlikte elçi göndererek sultandan barış imzalanması ricasında
bulundu. Sultan bu ricayı kabul etti ve barış antlaşması imzalandı. Antlaşmaya
göre sınırlardaki bazı kaleler Selçuklular’a verilecek, Ermeni kralı sultanı
metbû tanıyacak ve her yıl 20.000 altın gönderecekti. Buna karşılık sultan da
bir menşurla Leon’un Sîs (Kozan) hâkimiyetini tanıdı. Sîs’te basılan paraların
bir yüzünde sultanın adı yazılı olduğu gibi yine orada onun adına hutbe
okunmuştur. Ermeni krallarının Selçuklu sultanlarını metbû tanımaları Kösedağ
bozgununa kadar sürmüştür. Aynı yıl Kıbrıs kralı ile bir ticaret antlaşması
imzalandı. Bu başarılardan sonra sultan Antalya’ya gitti; (1217) kışını orada
geçirdi. Ertesi yıl Mengücüklü Hükümdarı Fahreddin Behram Şah’ın kızı Selçuk
Hatun’la evlendi.
İzzeddin Keykâvus son seferini Halep
üzerine yaptı. 1216 yılında Halep Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’z-Zâhir Gāzî’nin
vefatı üzerine yerine çocuk yaştaki oğlu el-Melikü’l-Azîz tahta çıkarılmıştı.
Bu hükümdarla Halep melikliğinin varlığını sürdüremeyeceği düşüncesi ve
İzzeddin Keykâvus’un muvafakatiyle Eyyûbîler’in Sümeysât hâkimi
el-Melikü’l-Efdal Ali Halep melikliğinin başına getirildi ve kendisiyle bir
anlaşma yapıldı. Ancak bu anlaşmada Telbâşir’in kendisine değil Selçuklu emîrlerinden
Nasreddin’e verilmesi Efdal’de sultanın Halep’i de kendisine vermeyeceği
şüphesini uyandırdı. el-Melikü’l-Azîz’in atabegi olan Şehâbeddin Tuğrul da
el-Melikü’l-Eşref’ten yardım istedi. Bu sırada Selçuklu ordusunun Sivas
subaşısı Mübârizüddin Behram Şah kumandasındaki 4000 kişilik öncü kuvveti
sultanın başında bulunduğu ordunun merkez kolundan epeyce uzaklaşmıştı.
Sultanın uzakta olduğunu haber alan el-Melikü’l-Eşref, Selçuklu öncü kuvvetine
saldırarak ağır bir yenilgiye uğrattı. Behram Şah esir alındı. Bunu öğrenen
İzzeddin Keykâvus el-Melikü’l-Eşref’le savaşmayıp geri döndü. Hıyanet
ettiklerinden şüphelendiği bazı emîrleri Elbistan’da bir eve doldurarak evi
ateşe verdi. Daha sonra el-Melikü’l-Eşref’ten öç almak için hazırlanmaya
başladı. Bu amaçla Âmid Artuklu Hükümdarı Mahmûd Nâsırüddin ve Erbil hâkimi
Muzafferüddin Kökböri ile ittifak yapan sultan ordusuyla Malatya’ya geldiği
sırada hastalandı ve Malatya civarındaki Viranşehir’de vefat etti (Ocak 1220).
Ölüm tarihiyle ilgili başka rivayetler de vardır. Naaşı Sivas’a getirilerek
burada inşa ettirmiş olduğu dârüşşifâdaki türbesine defnedildi.
I. Keykâvus, Karadeniz’in en önemli ticaret
limanı Sinop’un fethedilmesi, güneyin aynı önemdeki limanı Antalya’nın geri
alınması, Ermeni ve Trabzon krallıklarının vergiye bağlanması gibi önemli
başarılar kazanmış, bu başarılar Selçuklu Devleti’nin gücünü ve itibarını
arttırmıştır.
İzzeddin Keykâvus zamanında ekonomik
gelişmeye paralel olarak çok sayıda medrese, kervansaray ve hastahane inşa
edilmiştir. Bunlardan Sivas’taki dârüşşifânın (dârü’s-sıhha) günümüze ulaşan
vakfiyesine göre tesis aynı zamanda bir tıp mektebi olarak da hizmet vermekte,
burada tabipler, cerrahlar ve göz hekimleri çalışmaktaydı. (1217) yılında inşa
edilen dârüşşifânın vakıfları arasında Sivas’ta yetmiş dükkân, Ereğli’de de
otuz dükkânla birçok köy bulunmaktaydı.
Yorumlar
Yorum Gönder