İMAM-I GAZALİ
Siyasal Düşünceler Tarihi Araştırma Ödevi
Yusuf Kaymakçı KTO Karatay Üni. Tarih
İMAM-I GAZALİ
Biyografisi
Gazali (h.450-m1060 yılında
Horasan’ın Tus kentinde dünyaya geldi; babası ‘’gazzal’’ yün eğricisi idi.
Gazali, önce Ahmed b. Muhammed el Razikani’den fıkıh okudu. Cürcan ve Nisabur’a
tahsil için gitti; orada İmamu’l Haremeyn Ebu’l Meali el- Cüveyni’den ve ünlü
mutasavvıf el- Farmadi’den ders gördü M. 1091 de Bağdattaki nizamiye
medreselerine müderris oldu. M. 1109 da evinin yanında bir tekke ve bir medrese
yaptırıp ilmi ve tasavvufi irşadına devam etti. 1111 yılında Tus’da vefat etti[1]
Genel bir
bakış
İmam-ı Gazali
şeriatla tasavvufu kaynaştırmış; zahirle batını birleştirmiş; kuru bilgiye aşk,
şevk ve muhabbetle revnak vermişti. Onun hayatında dönüm noktası, tasavvufu
buluşu ve o yolu seçişidir. Bundan önce eski Gazali, bundan sonra yeni Gazali
vardır. Mühim olan, büyük olan, örnek olan yeni Gazali’dir. Eskisinin yenisiyle
bağdaşmayacak fikir ve tenkidleri hükümsüzdür, mensuhtur[2].
Gazali’nin yaşadığı
devir; Abbasi devletinin zayıflamaya başladığı ve bunun sonucu olarak birçok
islam devletinin ortaya çıktığı bir devre rastlar. İslam coğrafyası Şii ve
Sünni halifelikler olmak üzere iki kutba ayrılmış; buna dayalı olarak da pek
çok siyasi oluşum teşekkül etmiştir. Bu dönem çeşitli mezhep ve akınların
çarpıştığı ve ölümle sonuçlanan siyasi olayların gerçekleştiği bir ortamdır.
Gazali’nin yaşadığı dönemde siyasi durum açısından, batınilik ve haçlı
seferleri siyasi otoriteyi meşgul eden başlıca iki sorun olmuştur. Gazali’de
ilmi çalışmalarıyla siyasi otoriteden yana tavır takınmıştır[3]
Düşünmenin
Mahiyeti
Düşünmenin mahiyeti,
açık ve seçik açıklamaya muhtaçtır. Konuşma ve söze olan benzerliğinden ve yine
düşünmenin, konuşma ve söz anlamından artı bir başka anlamı olduğunu
bildiğimizden düşünmenin açıklaması, oldukça bir derin araştırma gerektirir.
Şöyle ki, dölüt (Cenin), düşünen olduğu için düşünme ile nitelenir;
şayet düşünen olmasaydı, o , insan
sayılmazdı. Bilfiil sözü bulunmadığı için ona söyleyen denmez. İşte bu
zaruretten dolayı, bir yönüyle düşünmenin mahiyetini gerek duyduk ve diyoruzki:
Yüce allah, zatına
yakışan iradesi ile ceberutunu göstermek istediği vakit; ruhani, yalın,
algılayıcı, yetkin ve yetkinleştirici bir cevher yarattı ve bir ayna gibi onu
arıtıp, parlattı. Sonra celal ve camalinin nuruyla ona mukabele etti (baktı). O
da kendi cevherlik mahiyetinde Yaratıcı’nın tanrılığını tasavvur etti,
Yaratıcısı’nın rabliğini (sahipliğini) düşündü ve özünün kulluğunu anladı.
Dolayısıyla, ilk yaratık olan bu cevher, özünün saflığı sebebiyle akledilir
(ma’kul) bir şey oldu. Böylece, rabbini tanıdı, onun emrine itaat etti; yüce
Yaratıcı’nın kelimesiyle, kaderin sırlarına ve kazanın gizli şeylerine vakıf
oldu. Almak (istifade) üzere ona gitti; vermek (ifade ) üzere ondan ayrıldı. Bu
anlama işaret etmek üzere Hz. Peygamberin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
‘’Allah ilkin akıllı yarattı; ona gel dedi, o da geldi; sonra ona git dedi, o
da gitti’’.
Bu cevher, almak
üzere Kelime’ye gitti ve tekleşti. Sonra geri geldi, vermek üzere nefsi çıkardı
ve çift oldu akıl ve nefsin ilk uygulamasından madde üretildi ve üç yaratıkla
çokluk tamamlandı. Nitekim çokluğun en alt sınırının üç olduğu söylenmiştir.
Dolayısıyla akıl, doğrudan yaratılanların
(mübde’at) ilki; nefis, etkiye uğrayanların (münfe’ilat) ilki; madde ise
doğumlu varlıkların (müvelledat) ilki oldu ve yüce Allah şöyle buyurdu;
‘Dengeyi elinde tutan adil biri olarak Allah, yalnız kendisinin tanrı olduğuna
tanıklık etti; melekler ve ilim sahipleri de.’’[4]
Dinin
Hükümleri
Bil ki, iki kelimei cümlesi kısa
olmalarına rağmen Allah-ü tealanın zatının, sıfatlarının, fiillerinin ve
resulullahın hak peygamber olduğunun isbatının manasını taşımaktadır. Zaten
imanın binası da saydığımız bu dört rükün üzerine kurulmuştur.
Birinci rükün: Allahın zatı, o zatının da on esasa raci olduğunu
bilmek hususundadır. Zatına ait on esas şunlardır; Vücud (allahın var olması),
Kıdem (evvelinin olmaması) Bekaa (sonunun olmaması). Cevher olmaması, cisim
olmaması, a’raz olmaması, cihetten uzak bulunması, mekanla mukayyed olmaması,
rü’yet sahibi (görür) olması, vahid (tek)olmasıdır.
İkinci rükün: Allahın sıfatı ve sıfatın da on esasa raci olduğu
bilmeğe dairdir. O esaslar şunlardır; Hay (diridir), Alim (herşeyi bilir),
Kadir (herşeye muktedirdir) Semi’ (herşeyi işitir), Mürid (iradesi herşeyi ihata eder), Basir
(herşeyi görür), Mütekellim (kelam sıfatına sahiptir), Sadık (şüpheden uzak ve
gerçektir, Münezzeh (mahlukata benzemez), kadim (sıfatlarının sonu olmadığı
gibi evveli de yoktur).
Üçüncü rükün: Allahın fiilleri ve o filllerin on esasa raci
olduğunu bilmek hakkındadır. Onlar şunlardır;
Kulların filleri
Allahüteala için yaratılmıştır. Ve onlar allah için muraddır. O fiiller kullara
sonradan verilmiştir. Allah mahlukatına lütuf ve ihsan sahibidir. Onun
mahlukatına takat getirilmeyecek teklifleri vardır. Masuma ızdırap verebilir.
Kula en uygunu gözetmeye mecbur değildir. Ancak şeriat göndermesi şartıyla
olabilir. Enbiyanın nübüvveti caizidir. Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselamın
nübüvveti mucizelerin te’yidiyle sabittir.
Dördüncü rükün: Sem’iyyat, ya’ni vahye dayanan dini haberler ve
onların on esastan ibaret olduğu meselesidir. O haberler şunlardır; Haşir,
Neşr, Kabir azabı, Münker ve Nekir süali, Mizan, Cennet ve Cehennemin
yaratılışı, İmamet (Dini açıklayıp uygulayacak büyük zatların) hükümleridir.[5]
Felsefi
Düşüncesi
Gazali’nin en mühim yönlerinden
biri de Felsefe ile olan ilişkisidir. Onun Felsefe çalışması, İslam
düşüncesinde ve ilahiyat alanında kendisinden sonra gelen düşünürlerin ve
düşünce alanlarının herbirinde etkili olmuştur. Bu konu da kullandığı metot
ise, felsefesine karşı olduğu , Aristo mantığını kabul ederek ve Felsefeyi
yakından tanıyarak Felsefe tenkitçiliği şeklinde ortaya çıkar.
Gazali’nin bir Felsefe tenkitçisi olarak
islam dünyasında derin etkisine ek olarak, onun ‘’şüphe, hakkı götürür.’’
Prensibiyle Fransız düşünürü Descartes’e ‘’sebep ile sonuç arasında zorunlu bir
bağlılık yoktur’’ düsturu ile David Hume’a ‘’ Aklın bütün meseleleri
kavrayamadığını’ ileri süren ilkesiyle de Alman düşünür Kant’a öncülük ettiği
söylenir.
Gazali’nin
felsefe’den amacı, dinin felsefeden üstün olduğunu göstermektedir. Ulaşmak
istediği şey de, her türlü şüpheden uzak (yakıni) bilgidir. O, aradığı kesin
bilgiyi dünya ile ilgilerini kesmiş olan kalbin safiyetinde bulur. Bu tavrıyla
da genel tasavvufa meyleder. Allah hakkında bir bilgiye sahip olmanın şartı;
mal, evlat, makam, mevki, vb, dünya ile ilgili bağlardan kurtulma, dilin daima
allahı zikretmesi ve nihayet dildeki zikrin kalbe intikal edip, hatta kişinin
kalbinden de lafız ve kelimelerin silinip, sadece onların manasının kalmasıdır.
Kişi ruhu temizleme yoluna girip, bu yolun gerektirdiği şeyleri uygulamaya
başlayınca, kendisinde allahı tanıyıp bilmeye yarayan keşifler ve müşahadeler
zuhur etmeye başlar[6]
Değerlendirme
İmam-ı Gazali,
felsefeyi islamla kıyaslaştırıp islamı üstün tutmak için yapmıştır. Aslında bir
felsefe tenkitçisidir. Tabiki bunun sebebi ve nedeni yetiştiği ortamın
etkisinde kalmıştır. Mesela Endülüs te yetişen ve zengin bir aileden gelen
İbn-i Rüşd, Gazali gibi düşünmez. Tabii rica-i ise doğuda ve batı da yetişen
insan farklı olur. Bu şehirden şehirede fark eder. Hatta evden eve…
Diyelimki bir evde
bir aile dinine çok önem veriyorken, diğer bir aile ise dine fazla önem
vermiyor ama aydınlarla takılıyor islama bakış açısı zayıf olsada dünya görüşü
farklı oluyor. Burdaki ailelerin içerisindeki fark apaçık bellidir. Dinine
bağlı olan ailenin çocukları islam yolunda yetişirken diğer ailenin çocukları
da dinini bir şekilde öğreniyor ama yönünü başka bir yere vermesiyle fikir
ayrılığı görüş ayrılığı ve kültür farklılığı da ortaya çıkabilir.
İmam-ı Gazali gerek
yaşadığı ortamda ve coğrafya da Şia ve Sünni lerin halifelik yarışı ve birbirlerini tenkitçilik yapması dünya
görüşündeki fikrini de etkilemiştir. Bu böyleyken İmam-ı Gazali kendisinden
sonra gelen felsefecileride etkilemeyi başarmıştır. Çeşitli sözleriylede Avrupa’daki
bazı düşünürleri düşünceleriyle öncülük etmiştir. Çoğu zaman Müslüman ilim ve
bilim adamları batı ya ışık tutmuşlar, Batı’da bunu en iyi şekilde
değerlendirmiştir. Bugün Batı’nın büyük oranda gelişmesinin altında Müslüman
bilim ve ilim adamları yatar. Kitaplarda hep yazarya; işte amerikayı Kristof
Colomb keşf etti vs. şeyleri hep batılı bilim adamları buldu diye yazarlar.
Aslında hepsinin buluşunun altında Müslüman bilim adamları yatar. Yani şöyle
tabir etmek gerekirki; Müslümanlar olmasa Batı ilmi bir hiçtir.
Gazali, düşünceye de
çok önem vermiştir. Düşünmenin önemini en iyi şekilde belirtmiş, Gazali’ye göre
düşünmeyen insan, insan olamazdı. Gerçekten düşünmek kadar önemli bir şey
yoktur. Hele ki siyasetçiler için düşünmek veli nimettir.
Bir şeyi düşünmeden
yaparsanız. Başınıza gelecekleri kabul ediyorsunuz demektir, ya da farkınızda
değilsiniz. Madem siyasal düşünceler dersindeyiz, şu andaki siyasetçilerden
örnek verelim. Referandum sürecinde siyasi liderlerden birisi ‘’düşünmezsem evet derim, düşünürsem hayır
derim’’ sözüyle gündeme oturmuştu.
Bir plan çizmeden
önce, bir moda tasarımı yapmadan önce, en güzel örnek olarak; üniversite ye
tercih yapmadan hangi bölüme, hangi şehire ve hangi üniversiteye gideceğimizi
düşünürüz bir düşünürün sözüyle kapatalım ‘’düşünüyorum, öyleyse varım’’
Kaynakça
Gazali, İmam, İslam Terbiyesi, Altınoluk yayınları, 1989,
İstanbul
Gazali, İmam, El-Me’arifu’l-Akliyye, İnsan Yayınları,
İstanbul
Gazali, İmam, Müt. Abdulkadir Akçiçek, El-Mürşidü’l Emin
‘ila Mev’izeti’l-Mü’minin, Bedir Yayınevi, 2013, İstanbul
Gazali, İmam, Müt. Ramazan Yıldız, Tasavvufun Esasları,
Şamil Yayınevi, İstanbul
Melihtorlak.com, İmam Gazali’den Devlet Başkanlarına
öğütler, kategori; yönetim
[1] İmam
Gazali, İslam Terbiyesi, İstanbul, 1989, s. 9
[2] İmam
Gazali, El-Mürşidü’l-Emin ‘ila Mev’izeti’l-Mü’minin, İstanbul, s.6
[3]
Melihtorlak.com, İmam Gazali’den Devlet başkanlarına öğütler,
[4] İmam-ı
Gazali, El-Me’arifu’l-akliyye, İstanbul, 2003 s.40-41
[5] İmam-ı
Gazali, Tasavvufun esasları, İstanbul, s. 22-23
[6]
www.filozof.net , Gazzali düşüncesi
Yorumlar
Yorum Gönder